Bir sabah uyanıyorsunuz, yüzünüzü yıkamak için lavaboya gidiyorsunuz ama musluktan tek damla su akmıyor. Kahvenizi yapamıyor, duş alamıyor, çocuğunuzun sütünü hazırlayamıyorsunuz. Kulağa distopik geliyor olabilir. Ama Birleşmiş Milletler’in verilerine göre, dünya nüfusunun %25’inden fazlası bugün zaten bu senaryonun içinde yaşıyor. Ve eğer suya yatırım yapmazsak, bu tablo sadece büyüyecek.
İklim değişikliği, kentleşme, artan nüfus derken dünya suya aç kalıyor. Üstelik bu kriz sadece çevresel değil; aynı zamanda ekonomik, toplumsal ve sağlıkla ilgili zincirleme etkileri olan bir sorun. Öyle ki, 2030 yılına geldiğimizde, mevcut su arzı küresel talebi %40 oranında karşılamayacak. Bu sadece bir tahmin değil; yatırımcılar, kalkınma kuruluşları ve hükümetler için kırmızı alarm.
Küresel susuzluk: Ekonomik tsunami kapıda
Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) raporuna göre su kıtlığı, gezegenin karşı karşıya olduğu en büyük beş riskten biri olarak kabul ediliyor. Nüfus artışı ve kentleşme ile birlikte artan su talebi, arzla arasındaki uçurumu derinleştiriyor. 2011 yılında 7 milyar olan dünya nüfusu 2025’te 8 milyara ulaşacak. Orta sınıfın genişlemesi, yaşam standartlarının yükselmesi ve su açısından yoğun gıda talebinin artmasıyla birlikte su kaynakları üzerindeki baskı da katlanarak artıyor.
Sanayileşme de bu denklemin önemli bir parçası. Endüstriyel parkların, enerji üretiminin ve tarımsal faaliyetlerin hemen hepsinde suya ihtiyaç duyuluyor. Kentsel nüfus oranı 1950’de %20 iken, 2050’de %70’e ulaşacak. Bu durum altyapı yatırımlarını kaçınılmaz kılıyor. Gelişmiş ülkelerde eskiyen su şebekeleri ve arıtma tesisleri yenilenmeyi beklerken, gelişmekte olan ülkelerde ise daha temel ihtiyaçlar (içilebilir suya erişim, hijyen koşulları, sanitasyon) hâlâ karşılanamıyor.
Kuraklık artıyor, yer altı suları çekiliyor, tarım zarar görüyor, enerji üretimi sekteye uğruyor. Yani bir musluk kuruduğunda, sadece evde değil, ekonomide de çarklar duruyor. Allianz Global Investors’ın su altyapısına ilişkin analizleri, su yatırımlarının sadece çevresel bir sorunu çözmediğini, aynı zamanda ekonomik büyümeyi sürdürmenin ön koşulu olduğunu vurguluyor. Filtrasyon sistemleri, boru hatları, atık su yönetimi.

Su piyasası, bugün 500 ila 600 milyar dolar arasında değişen hacmiyle, milyarlarca dolarlık dev bir ekosistem oluşturuyor. Bu pazarın %35’i atık su ve su arıtma teknolojilerine aitken, %65’i su teknolojileri sağlayıcılarından oluşuyor. Özellikle balast suyu arıtımı ve deniz suyu arıtımı gibi sektörlerde yıllık büyüme oranları %10 ila %20’nin üzerinde. Yani, bu sadece insani değil, aynı zamanda ekonomik olarak da stratejik bir yatırım alanı.
Fidelity Investments’ın da işaret ettiği gibi, su hisseleri artık “niş” bir alan değil. Artan talep ve azalan arz denkleminde, su, geleceğin en stratejik yatırım başlıklarından biri haline geliyor. Union Bank of Switzerland’ın (UBS) dikkat çektiği gibi, arz-talep farkı büyüdükçe yatırım fırsatları da çeşitleniyor. Altyapı projeleri, su teknolojileri, arıtma sistemleri.. Bunlar sadece kar getiren araçlar olmakla kalmıyor, aynı zamanda dünyayı daha yaşanabilir hale getiren etki yatırımları olarak da stratejik bir rol üstleniyor. Yani bir yandan getiriniz artıyor, diğer yandan gezegen kazanıyor.
Etki yatırımı: Kuyudan çıkan umut
Bugün dünya tatlı su kaynaklarının yaklaşık %70’i tarımda kullanılıyor. Bu nedenle, özellikle gelişmekte olan ülkelerde küçük çiftçiler için hassas sulama sistemlerine yapılan yatırımlar büyük önem taşıyor. Aynı zamanda kuyu açma projeleri, taşımayla suya erişim sistemleri, hijyen merkezlerinin kurulması gibi alanlar da yatırım yapılabilecek sosyal fayda odaklı başlıklar arasında yer alıyor.
Living Water International gibi kuruluşlar bugüne kadar 24.000’den fazla su projesi gerçekleştirdi. Bu projeler sadece susuzluğu değil, aynı zamanda yoksulluğu da hedef alıyor. Bu kuyular sayesinde çocuklar okula gidebiliyor, kadınlar saatlerce su aramak yerine üretime katılabiliyor, küçük ölçekli tarım gelişebiliyor. Yani su sadece hayatta kalmak için kilit bir unsur değil, sosyal refah, eğitim ve yerel kalkınma için de bir kaldıraç.
2030’a geldiğimizde, dünya nüfusunun yaklaşık %50’sinin su stresi altında yaşaması bekleniyor ve bu sadece devletlerin çözeceği bir mesele gibi görünmüyor. Özel sektör, bireysel yatırımcılar, sosyal girişimler ve hatta tüketici tercihleri de bu krizin seyrini belirleyecek aktörler arasında. Su yatırımı artık sadece bir çevre meselesi değil; stratejik, sosyal ve ekonomik bir hamle. Dünya Ekonomik Forumu da bu konuda net: İklim kriziyle mücadelede suya yatırım, en kritik kaldıraçlardan biri. “Why investment in water is crucial to tackling the climate crisis?” başlıklı makalede de vurgulandığı gibi, bu alana yapılacak yatırımların önemi her geçen gün daha da artıyor. Zaten bu durumu rakamlar da kanıtlıyor: Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın (WWF) 2021’de yaptığı tahmine göre, suyun küresel ekonomik kullanım değeri 58 trilyon doları buluyor. Bu rakam, Çin, Almanya, Hindistan, Japonya ve ABD’nin toplam gayrisafi yurt içi hasılasına eşdeğer. Birleşmiş Milletler’in verilerine göre ise dünya çapındaki tatlı su çekimlerinin (freshwater withdrawals) %70’i tarımda, yaklaşık %20’si sanayide, %12’si ise evsel ve belediye ihtiyaçlarında kullanılıyor. Bu tablo, suyun yalnızca bir çevre meselesi olmadığını, aynı zamanda küresel ekonomi, gıda güvenliği ve kent yaşamının sürdürülebilirliği açısından da vazgeçilmez bir unsur olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Musluğu açtığınızda suyun akıp akmayacağını sadece devletler değil, bizler de şekillendiriyoruz. Bugün atılan her adım, hem geleceğin ekonomisini hem de toplumların sağlığını etkiliyor. Çünkü mesele sadece susuz kalmak değil. Mesele, geleceği kurak bırakmamak.