Ülkemizde resmi enflasyon rakamlarının gerçeği yansıtmadığına inananların sayısı oldukça yüksek. Bu düşünce sade vatandaşlar kadar akademisyen ve uzmanlar arasında da yaygın. Resmi istatistikleri hesaplayan kamu kurumunun, kendini ekonomi alanında başarılı göstermek isteyen siyasi iktidarın baskısına maruz kalarak enflasyonda bir miktar ‘makyajlama’ yaptığı tahmin ediliyor.

Tüketici enflasyonu hesaplanmasında kullanılan mal ve hizmet fiyatlarının artık açıklanmıyor olması ve yoğun talebe rağmen bu kararın değişmiyor olması da şüpheleri arttırıyor.
Resmi rakamlara olan inançsızlığın başlıca sebebi son yıllarda hayat pahalılığının çok üst düzeyde olması. Geçmişte yaptığı harcamaları günümüzde yapmakta zorlanan, çoğunlukla da yapamayan vatandaşlar, enflasyon oranının açıklanandan daha yüksek olduğu kanaatinde. Ancak tüketici enflasyonunun hayat pahalılığını ölçmekte yetersiz kalıyor olması – en azından kısmen – tam da bu alım gücü kaybından kaynaklanıyor.
Alışveriş sepetimizden çıkan ürünler, enflasyon sepetinden de çıkıyor
Tüketici enflasyonu hesaplanırken belli bir mal ve hizmetler sepetinin maliyetindeki değişime bakılıyor. Hanehalklarının tüketim kalıpları hızla değiştiği için bu sepet her yıl güncelleniyor. Vatandaşlar artan fiyatlar sonrasında lüks sayılabilecek kimi harcamaları yap(a)mamaya başladığında, bu maddelerin ağırlığı azalıyor ya da sepetten tamamen çıkıyorlar. Ya da örneğin beyaz peynirin fiyatı bakkal ya da şarküteri yerine zincir marketlerden derleniyor. Dolayısıyla, fiyat endeksindeki değişim bu ‘lüks’ ürünlerin fiyat artışlarını yansıtmamaya başlıyor.
Yüksek fiyatlardan şikayetçi olan bir vatandaş “ben eskiden ayda 1-2 kere açık büfe kahvaltıya giderdim; 4-5 yıldızlı otellerde tatil yapardım; şimdi çok pahalı olduğu için bunları yapamıyorum” diyor ve tüketici enflasyonunun bunu yansıtmasını bekliyor. Ancak tanım gereği enflasyon bu fiyat artışlarını pek az içerecek şekilde hesaplanıyor ve beklenenden daha düşük bir oran bulunuyor.
Maradona’yı 51 ekran tüplü TV’den izlemiştik, Mbappe’ye 32 inç full HD yetmiyor
Tüketici fiyatlarıyla hayat pahalılığı ya da ‘yaşam maliyeti’ arasındaki farkın bir nedeni de bireysel tüketime dair standartların zaman içinde değişebiliyor olması. Bundan 10 yıl önce 32 inçlik televizyonlar çok satılırken, günümüzde 43 ya da 50 inç boyutunda bir televizyona sahip olmak normal karşılanıyor ve vatandaşın fiyat algısı bu TV’lerin fiyatına dayanıyor. Buna karşılık, tüketici fiyat endeksi hesaplanırken geçmişte ortalamada 32 inçlik televizyonların fiyatı dikkate alındıysa bugün yine aynı boyuttaki bir televizyonun fiyatına bakılıyor.
Üstelik 10 yıl öncenin TV’lerinde olmayan dijital platformlara bağlanma gibi özellikler için de ‘kalite düzeltmesi’ yapılarak etiket fiyatından daha düşük olan suni bir fiyat elde ediliyor. TÜİK Başkanı’nın “madde fiyatlarını hiçbir anlam ifade etmedikleri için yayınlamıyoruz” derken kastettiği de muhtemelen buydu. Ama toptancı bir yaklaşımla hemen hemen tüm madde fiyatlarının paylaşımının sonlandırılması elbette çok tartışmalı bir tercih.
Hans ve George’un ‘yaşam maliyeti endeksi’ hesaplanmalı
Eğer ülkemizde kapsamlı bir ‘yaşam maliyeti endeksi’ hesaplanıyor, yani belli bir yaşam standardını tutturmak için harcanması gereken para miktarı ölçülüyor olsaydı, muhtemelen tüketici fiyatlarındaki enflasyondan daha yüksek artış oranları elde edilecek ve insanlar da bu oranları gerçeğe daha yakın bulacaktı.
Görüldüğü üzere, tüketici fiyatlarından hesaplanan enflasyonun hayat pahalılığını yansıtmaması tamamen TÜİK’in kusuru olmaktan ziyade, tüketici fiyatları ile yaşam maliyetinin farklı tanımlara sahip olmasından kaynaklanıyor. Belki de artık TÜFE’ye dayalı hesaplardan şikayetçi olmak yerine “Hans ve George 5 yıldızlı otellerimizde tatil yapıyorsa, Ahmet ve Mehmet neden yapmasın” diyerek, şu an sahip olduğumuzdan daha yüksek bir yaşam standardını tutturmanın maliyetini hesaplayan bir yaşam maliyeti endeksinin de yayınlanması için çaba göstermek gerekiyor.