Ana Sayfa Arama Yazarlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Halkın yoksullukla terbiye edildiği yerlerde kalkınma olur mu?

Zaman çarkının takip edilemeyen hızına yetişmeye gayret edip gelecek kaygısını

Zaman çarkının takip edilemeyen hızına yetişmeye gayret edip gelecek kaygısını gidermeye teşebbüs eden müteşebbislere selam olsun.

Uzun bir aranın ardından insanoğlunun trampa sonrası insanların daha kolay sayılabilen şeyleri para yerine nasıl kullandığının hikayesini anlatacağım. Bu yazıya gelenlere selam ve saygılar ederek asıl konudan bağımsız bir hikaye ile söze başlayalım. 

Geçenlerde sosyal medyada gezinirken, malumatfuruş bir hesabın paylaşımı dikkatimi çekti. Çokça var bunlardan, siz de görmüşsünüzdür. Anlatmadan duramayacağım. “Malumat” Arapça bilgi, “Furuş” Farsça “gibi görünen” diye tercüme edilebilir. Yani bilgiçlik taslayan şeklinde dilimize adapte edilir malumatfuruş.

Herkesin, her şeyi bildiği bir zaman dilimi için makul bir isimlendirme. Sadece bilgi var lakin yoğurdun kaymağı gibi incecik, derinliksiz. Laf dolandı, asıl mevzu; bu malumatfuruş sayfanın bilgisine göre yoksul kalma korkusu diye bir şey varmış. Penyafobi. Ben elbette bununla yetinecek biri değildim. Birkaç makale okudum ecnebi lisanında. Yunan Mitolojisinde “Penia” adıyla maruf bir tanrıça var. Platon’un aşkı konu alan “Symposion” adlı diyaloglarından öğrendiğimize göre, fakirlik anlamına gelen adıyla bu tanrıça Aphrodite’nin doğum gününde görüp beğendiği “Porus’a” kafayı takar.

Neden takmasın? Porus, Yunan dilinde bolluk demek. Fakirlik kime takılır ki başka? Platon devam eder; Penia, Nuri Alçovari bir şekilde Porus’un içeceğine ilaç atarak bu beyefendi ile cima eyler. Bu platonik şehvetin yaşandığı gecenin meyvesi ise Eros olur. Burada kafa karıştıran nokta, Penyafobi, fakir kalma korkusu mudur yoksa yoksulluk tarafından kandırılıp iğfal edilmek midir? 

Halkın yoksullukla terbiye edildiği yerlerde kalkınma olur mu?

İşin şakası bir yana tüm insanlık tarihi bu sürecin özeti aslında. Bakın efsanelere bile girmiş bir kavram insanoğlunun açlık ve fakirlik ile olan bu mücadelesi. Dursun Ali Yaz’ın harika gözlemlerle süslediği “Antik Çağ’dan Geleceğe Para” adlı kitabında insanlığın para ile gelişimi mükemmel bir şekilde formüle ederek tüm ilerlemeyi basitçe formüle etmiş.

“Üreterek yorulur, paylaşarak mutlu olur, satarak kazanır, pazarlıkla uzlaşır, ticaretle ihtiyacımızı tatmin eder, saklayarak güven duyarız.”

Basit ve anlaşılır bir izahat. Geçen yazıda anlattığım gibi giderek karmaşıklaşan sistemleri anlamak için basite indirmek gerekiyor. Onu da ben yapamıyorum. Sözde Sümerlerin ekonomik devrimini anlatacaktım, onun yerine Yunan mitolojisinden efsane aktardım. Bu bünyenin de maluliyeti bu işte. 

Geçen yazıda Sümerlerin, ortak değerlerine dek insanların neler yaptığını aktardım. Sümer bugün bile ütopik sayılacak hamleyle eşit işe eşit ücret politikası güder arpa ve onun fermante suyuyla. Söz onu da anlatacağım ama şuna cevap bularak başlayalım. Eşit işe eşit ücret sorunu nasıl ve hangi ortamda çözüldü? Bunun için günümüzden bir varsayımsal hikaye anlatayım. 

Sabah kurduğunuz alarmdan üç dakika önce uyandınız, 6.57 diyelim. Bu saati altmış dakika olarak dilimlenmesinin müsebbibidir Sümerler. Evden çıkmadan arkadaşınızla kahvaltı için özleşmek adına mesaj yazdınız diyelim. İşte o yazının mucididir Sümerler. Bindiniz arabanıza, uyarı geliyor; tekerlerin havası düşük diye. Eyvah işe geç kalacaksınız. Lakin o tekerin de faili Sümerlerdir. Bir şekilde işe gelebildiniz. Masadaki takvime baktınız, toplantı var muhasebe departmanıyla. O masadaki takvim var ya, o da elinden çıkar Sümerlerin. Muhasebe ay sonu envanter sayımı ister, hem de pazar gününe. Maalesef pazarınızı heba edecek olan envanterinde de sebebi Sümerler. Bitti mi? Kötü haberlerim daha bitmedi. Bankadan mail geldi. Hesabınızda yeteri kadar para yok diye. Bu bankaların da ilk görüldüğü yer yine Sümerler. 

Belki daha fazlası mevcut. Benim aklıma bir çırpıda gelenler bunlar. Bugün karşımıza çıkan her şey bize Sümerleri hatırlatır veya hatırlatmalı. Nedeni coğrafya. Fiziksel ihtiyaçların karşılayamayan veya zorlanan toplumlar ilerlerken tökezler. Uygun iklim, yer şekli, kolay su imkanlarının olduğu bir yerde insangillerin ataları kafasını şartların ihyasına yorar. Açlıkla terbiye ediliyorsanız kalkınamazsanız. Tarih denen bilim de bunun için var zaten. Ders çıkaralım diye. Geçmişin masallarıyla mevcut şartları örtelim diye değil. 

Sümerler tüm enerjilerini, doğanın verdiği imkanlarla kalkınmaya yönelttiler. Sonucunda dünyanın en eski aşk şiiri dahil bir sürü armağanı bıraktılar bizlere, günümüzde Irak sınırı içinde kalan vatanlarında. Allah’tan o zaman petrol bilinmiyordu. Yoksa bu kadar refah yaşayamazlardı. Petrol yoktu ama onun kadar değerli başka bir malları vardı. Arpa

Arpası fazla kaçan Sümerler, her soruna buldukları pratik çözümlerden birini tahılla gerçekleştirir. Devlet adına müteahhitsiz dikilen kamu inşaatlarındaki amelelere ödeme için tahılgillerden arpayı kullanırlar. Neredeyse bir litreye eşit sila adlı kaplarla arpalar eşit şekillerde ödenir. Yevmiye yek amele başına 2 sila arpa. Aylık altmış sile arpanız var. Hepsi tüketilir mi? Ben tüketemem. Herhalde onlarda tüketemezdi. Sümer coğrafyasında bir anda bir arpa ekonomisi oluşur. Bir nevi standardizasyon başlar. Ayakkabı üç sila, elbise beş sila arpa. Artık aklınıza ne gelirse bir fiyata haizdi. Geriye kalan arpa ne oluyordu dersiniz. Yani tüketilmeyen ve harcanmayan arpa. 

Muhafaza ettiler. Hem de en kutsal yerde. Zigurrat adlı tapınaklarında. Yani ilk bankalar tapınaklardı insanlık tarihinde. Belki de ilk bankalar sonradan tapınağa evrildi maddiyata biat eden insanoğlu tarafından, kim bilir? Sümerlerin Arpa ile başlattıkları gelenek devam etti. Hatta ve hatta 20. asra dek devam etti ibadethanelerin menkul kıymetlerin muhafazası amacıyla banka namına kullanılması. Dediğim gibi mevduat işlemleri filan değil burada mevzu. Daha çok kasa gibi, yükte hafif pahada ağır şeyin muhafaza edilmesiydi söz ettiğim. Sümerli rahiplerin asıl sorumluluğu ise kendilerine emanet edilenlerin muhafazasıydı. Ha, işlem ücreti adı altında tapınağa yardım gibilerinden bir kesinti yapılıyor muydu bilemem. O devrin rahiplerinin işi; hem din-iman, hem de dini-imanı para yerine geçen arpaydı. 

Hayata katılan her kolaylık kendi sorumluluklarını beraberinde getirir. Sayılabilen, ölçülen bir şeyi para yerine kullanmaya başladığınız anda devlet adına da bir kolaylık yaratmış olursunuz. Günümüze uzanan bir kolaylık hem de. Vergi. Günümüze etkili olan Sümer icatları listesine bunu da ekleyelim. Vergi oranlarını bilmiyorum ama o kadar kamu binasını bedavaya dikmezler. Halkın da devletin de arpası yerindedir. Yazı biraz da bundan icat edilir. Kimin ne kadar arpası var depoda, kimden ne kadar arpa alınacak. 

Bir zaman sonra depoda, ya da Zigurrat’ta din adamlarına emanet edilen arpa ıslanır yağmurlar yağdık sıra. Fermente arpa suyunun icadı da bu tesadüfe dayanır aslında. Zamanla bunu kendi ekonomik faaliyetlerinde kullanmaya karar verir Sümerler. Ödemeleri bira ile yapmaya başlarlar. Bu biraz işlerine gelir. Zira içtikleri su pek hijyenik değilmiş diyor tarihçiler. Bira temiz olması bakımından daha uygundur onlar için. Artık Sümer de iki çeşit ödeme vardır arpa temelli. Sulu ve kuru. Biri banknot diğeri madeni para gibidir. Genel geçer bir çözüm olur bu ödeme yöntemi o devirlerde ve de oldukça uzun bir süre. Mesela Akad Kralı Şarrukin adına yazılmış bir kitabede, başlık parası olarak ödenmesi gereken tutar, bira olarak belirtilir. Gelenek Mısır’a geçer. Özellikle piramit işçilerinin ödeme olarak bira aldığı hiyeroglifler tarafından da teyit ve tescil edilir. 

Asya’nın batı tarafında, Sümer’in arpası ve fermante suyu Mısır’a dek etki ededursun, diğer tarafta başka bir ürün ve suyu tedavüle girer. 

Tarım devrimi tüm dünyada bir anda ve tek bir ürünle olmaz. Amerika’da mısır, Mezopotamya’da tahıl, Uzak Asya’da pirinçle gerçekleşir. Çinliler pirinci ve de rakısını kullanmadılar maalesef. Onların “mal para” olarak belirlediği ürün çaydır. Onlar da çayı, sulu kuru karıştırıp ekonomik refahı buldular. Ayrıca buldukları biraya göre de avantajlıdır. Kaynatıldığı için biraya göre daha hijyenik, tüketildiğinde ise bira kadar kafa yapmamaktadır. 

Çay ve bira gibi, Sibirya’da hayvan postları, Yunan’da öküz, Hindistan’da baharat, bulundukları piyasanın değerini belirlemede müşterek meta diye bellenen nesnelerdi, Tunç Çağı öncesinde ve zor zamanlar altında her devirde özellikle savaş süreçlerinde. Artık hangi filmde hatırlamıyorum; cephedeki askerler sigarayla ticaret yapıyorlardı. Bu neferler, herkes için aynı değeri ifade eden ortak mali geçerliliği olan sigarayla bir parite oluşturmuşlar. Kör bir kurşun olmasa da sigara sonumuzu getirecek, o yüzden de tadını çıkaralım diye düşünmüş olabilirler. 

Yavaştan toparlayalım, başka bir altın kuralıyla iktisadın; ortak değer atfedilen şeyin miktarındaki fazla artış onun niteliksel değerini düşürür. Örnekleyelim; daha fazla para basarsanız, paranın değeri düşer. Tunç çağına girilirken de böyle olur. Önceki çağlara göre, daha verimli ekinlere sahip insan atası açlık korkusunu dindirmiştir. Arpayı da pirinci de, buğdayı da bol bol buluyordu. Bol olan şeyin de değeri azalıyor ve bin bilmem kaç yıl sürmüş durağan ve kapalı ekonomi ciddi devalüasyona uğrar. Devrim ihtiyaç duyulan şartların toplumun her kesimine menfaat sağlamasıyla olur. Yoksa bir grubun isteğiyle yapılan müdahale devrim değil cunta olur. Tüm şartlar hazırdır mübadele aracının değişimine yönelik devrim için. Bu sırada gözlerine bu dünyadan olmayan parlak bir cisim takılır. Sonra bir başkası, daha bir başkası…

Değerli madenlerin ticaret için; altından gümüşe, bakırdan tunca dek hepsinin tercih edilmesinin tetik noktası böyle olur. Niteliksel değeri azalan malların para olarak değerinin yitmesiyle. Bunun yerine standart haline gelen madeni paralar sikke adıyla tedavüle çıkacaktır, koyun postlarının yünlerinin arasından. Ancak bir sonraki bölümde. 

 Bir devrin özetini anlatan bu yazı da burada biter. Bir sonraki yazıda başka bir devir ve olayların serencamında görüşmek üzere.