2025 yılının üçte birini geride bıraktık. Ekonomi ve finans dünyası için zorlu geçen 2024 yılından sonra çok ümitliydik 2025’ten. Ama gelin görün bir taraftan doldururken diğer taraftan boşaltılan havuz misali ters giden şeylerin olduğunu bu dört ayda çok net gördük.
Türk ekonomi tarihinde, yaşayanların aklına kazınan tarihler vardır. Mesela 24 Ocak 1980 kararları, 1982 bankerler krizi, 5 Nisan 1994 kararları, 21 Şubat 2001 krizi, 2018 Rahip Brunson krizi, 2021 Naci Ağbal olayı dersem hafızanızda eminim canlanacaktır. Öyle bir ülkeyiz ki bu tarihlere 19 Mart 2025 tarihini de ekleyebildik. Ekrem İmamoğlu gözaltı kararı sonrası bakın neler oldu.
250 puanlara düşmüş olan Türkiye 5 yıllık risk primi (CDS) 370’i geçti. Yani Hazine yurt dışından daha yüksek faizle borçlanmaya başladı.
Kurda 1 saatte %15’e varan hareketler gördük. Dolar/TL kurunda 41.50 seviyeleri sonrası 38 TL’de sabitlendi. Tabi bu sabitleme bedavadan olmuyor. TCMB rezervleri Prof. Dr. Hakan Kara hocanın analizi ile 6 haftada 55 milyar dolar eridi. Birkaç gün önce Hazine ve Maliye Bakanı’nın yurt dışından 3 yıl vadeli 41 milyar dolar borç para bulduğunu ifade etmesi bu ortamda maalesef sadece bir kara mizah örneği oldu.
Bakıldı döviz talebi çok, TCMB 17 Nisan toplantısında faizleri 350 bp artırarak %42,5 olan politika faizini %46’ya çıkardı. Halbuki 2024 sonunda düşüş trendi başlamış, yıl sonu hedefi olan %24’e emin adımlarla olmasa da küçük adımlarla ilerliyordu.
2024’te yüzü gülmeyen borsa yatırımcısı artık ağlamaya başladı. BIST100’de 10.000 geçildi, istikamet 11.000 derken geldik 9000’e. Borsa İstanbul’un iyi olması için ilk şart şirketlerin iyi olması. THYAO dahil şu ana kadar gelen ilk çeyrek bilançolarının çoğu maalesef hüsrana neden oluyor. Bu şirketlerin mevcut ekonomik ortamda faaliyet gösterdiğini unutanlar borsa niye kötü diye sorarken yabancıların hisse ve Türk tahvillerinden kaçışı devam ediyor.
Şunu diyebilirsiniz. Deli dolu ABD Başkanı Trump’ın söylem ve eylemlerinin bizim piyasamıza hiç mi olumsuz etkisi olmadı. Ekonomi yönetimine bakarsak Çin’in satamadığını biz satacağız, ihracatımız artacak, Çinliler Türkiye’de yatırıma gelecek. Yani kısaca olumsuzluğu biz fırsata bile çevireceğiz. Ancak unutulan nokta şurası. Yukarıdaki olumsuzlukların yaşandığı, bilim ve hukukun ikinci planda olduğu bir ülkeye sıcak para ya da yatırım gelir mi? Gelse bile kalıcı olur mu?
Son olarak bir de nisan sonunda açıklanan açlık ve yoksulluk sınırı rakamlarına bakalım. Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için nisan ayında yapılması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 24 bin 35 liraya yükseldi.
Bu aile karnını doyurup insanlığın gereği giyinir, bir konutta barınır (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım araçları kullanır, çocuğunu okula gönderir, hastalandığında tedavi olur ve benzeri ihtiyaçlar için harcama yaparsa aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 78 bin 292 lira oldu.
Bekâr bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ de aylık 31 bin 617 lira olarak hesaplandı.
2025 yılı asgari ücreti 22.104 TL olarak belirlendiğinde 2022 yılı ücretinin 4.253 TL olduğunu söyleyerek “ne artış be” diyenler bile oldu. Ama ülkede açlık ve yoksulluk sınırındaki yükselişin yanında asgari ücretin nasıl eridiğini görüyoruz. Bu rakamlar, özellikle asgari ücretle geçinen bireyler ve aileler için ekonomik zorlukların arttığını göstermektedir. Açlık sınırının asgari ücretin üzerine çıkması, temel gıda harcamalarının dahi karşılanmasının zorlaştığını ortaya koymaktadır.
Bu vesile ile tüm emekçilerin 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı (yeni ve naif ismiyle ile emek ve dayanışma günü) kutluyorum.
Bir gün yükselen piyasa ve ekonomiyi yazabilmek ümidiyle..