Dünyada ciddi bir demografik geçiş süreci yaşanmaktadır. Demografik geçiş yüksek seyreden doğurganlık ve ölüm oranlarından düşük doğum ve ölüm oranlarına geçiş olarak tanımlanmaktadır (Bloom ve Williamson, 1998).
Sağlık şartlarında yaşanan iyileşme, teknolojik gelişme, beslenme olanaklarının artması, kısaca yaşam standartlarının yükselmesi gibi birçok nedene bağlı olarak beklenen yaşam süresi artış göstermekte ve buna bağlı olarak ölüm hızı düşmektedir.
Aynı şekilde beşeri sermayeye verilen önemin artması nedeniyle eğitim düzeyinde yükselme, kadın istihdam oranlarının artması, geleneksel toplum yapısının daha modern bir toplum yapısına dönüşmesi, kentleşmenin yaygınlaşması gibi nedenlere bağlı olarak da doğum oranlarında düşüş yaşanmaktadır.
Dolayısıyla faklı ekonomik büyüme ve kalkınma düzeyine sahip ülkeler demografik dönüşümün farklı aşamalarında bulunmaktadır. Gelişmiş ülkelerin bir kısmı demografik geçiş sürecini tamamlamışken az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler daha yavaş bir değişim göstermekte olup demografik dönüşümleri hâlâ devam etmektedir.
Toplumsal ve ekonomik sonuçlar
Demografik geçişle birlikte meydana gelen nüfusun yaş yapısındaki değişim hem toplumsal hem de ekonomik açıdan birçok sonucu da beraberinde getirmektedir. Bireylerin farklı yaşlarda farklı iktisadi kararları olduğu bilinen bir gerçektir. Bunlardan biri tasarruf oranıdır. Bireyler genelde gelirlerinin yüksek olduğu dönemde tasarruf yapıp gelirlerinin düştüğü emeklilik döneminde bu tasarruflarını çözerek tüketimlerini gerçekleştirirler.
Dolayısıyla yaşlı nüfus ile tasarruf oranı arasında negatif bir ilişki beklenirken orta yaş ile pozitif ilişki beklenmektedir. Benzer şekilde yatırım oranları da demografik gruplar arasında farklılık göstermektedir. Girişimci bireylerin genellikle orta yaşlı olduğu çünkü yaşlı kesimin yaşam süresinin kısa olduğu ve bu nedenle risk almayacağı düşünülür.
Selgado (2018), işçi ve girişimci olma arasında geçiş yapma olasılığı yüksek olan 22-60 yaş arasına odaklanarak yaptığı çalışmasında orta yaş gurubunda olan 35-60 yaş bireylerin girişimci olma eğilimlerinin daha yüksek olduğunu kanıtlamıştır.
Bireylerin bulunduğu yaşa bağlı olarak farklılık gösteren bir diğer iktisadi kararı tüketimdir. Ömür Boyu Gelir Hipotezi’nde ifade edildiği üzere bireyler faydasını maksimize etmek için tüketimlerini düzleştirme eğilimindedir. İktisadi olarak faal olan kişiler (15-64) emek geliri elde ettikleri dönemde gelirlerinden daha az tüketim yaparken, bağımlı nüfus denilen 0-14 ve 65 yaş üstü bireyler gelirlerinin üzerinde tüketim yaparlar.
Kantur (2013) çalışmasında, yeterince yaşlı olan bir ekonomide daraltıcı bir para politikası şoku genç nüfusun tüketimini daraltırken, yaşlı nüfusun ise var olan serveti arttığından dolayı tüketimini artırabileceğini belirtmiştir. Dolayısıyla daraltıcı bir para politikası şokunun etkisi aslında ekonominin demografik yapısına bağlıdır. Eğer yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki payı yüksek ise bu daraltıcı şok çıktıyı olumlu etkileyebilir.
Tüketim kararı üzerinde etkili olan bir diğer unsur ise ortalama yaşam süresidir. Eğer ortalama yaşam süresi ciddi şekilde artış gösteriyorsa, uzun yıllar yaşayacağını düşünen bireyin (emeklilik yaşının sabit olduğu varsayımı altında) emeklilikten sonraki tüketimini karşılama kaygısı marjinal tüketim eğilimini düşürecektir. Sonuç olarak iktisadi kararları farklılık gösteren bu yaş gruplarının (0-14, 15-64, 65+) demografik dönüşüme bağlı olarak toplam nüfus içindeki paylarının değişmesi makroekonomik değişkenleri etkilemekte ve buna bağlı olarak da uygulanan para politikasının etkinliğini değiştirmektedir.
Gelişmekte olan ülkeler grubunda yer alan Türkiye’de demografik dönüşüm henüz tamamlanmamış olup genç nüfus yapısını korumaya devam etmektedir. Ancak rakamlar Türkiye’nin genç nüfus özelliğini çok geçmeden kaybedeceğini göstermektedir.
Ortanca yaş değişiyor
TÜİK rakamlarına göre Türkiye’de 2014 yılında 2,17 olan toplam doğurganlık hızı, 2021 yılına gelindiğinde 1,70 çocuk olarak gerçekleşmiştir. 65 yaş üstü nüfus ise 2014 yılında 6 milyon 192 bin 962 kişi iken 2019 yılında 7 milyon 550 bin 727, 2022 yılında ise 8 milyon 451 bin 669 kişiye yükselmiştir.
Gün geçtikçe doğurganlık oranlarında azalma ve beklenen yaşam süresindeki artışa bağlı olarak yaşlı nüfusundaki artış nüfusun yaş yapısı üzerinde önemli değişikliklere neden olmaktadır. Bunlardan biri, ekonomik olarak etkin kabul edilen 15-64 yaş grubunun doğum oranındaki düşüşlere bağlı olarak toplam nüfus içindeki payının azalmasıdır.
Bir diğer etki ise yaşlı olarak sınıflandırılan 65 yaş üstü grubun beklenen yaşam süresindeki yükselmeye bağlı olarak toplam nüfus içindeki payının artış göstermesidir. Tüm bu gelişmeler ise demografik yaşlılığı gösterme biçimlerinden biri olan ortanca yaşı değiştirmektedir. TÜİK rakamlarında 2014 yılında ortanca yaş 30,7 iken 2022 yılına gelindiğinde 33,5 olarak artmıştır. Yani rakamlardan da anlaşılacağı üzere Türkiye nüfusu gittikçe yaşlanmaktadır.
Dünya Bankası verilerinden elde edilen grafik 1‘de 1961-2021 yılları arası Türkiye’nin nüfus artış hızı yer almaktadır. Nüfus artış hızında zaman zaman yükselmeler görülse de genellikle azalma eğilimindedir. 1961 yılında nüfus artış hızı %2,42 iken 2021 yılına gelindiğinde %0.75’e gerilemiştir. 2009-2015 yıllarına baktığımızda nüfus artış hızında bir yükseliş dikkat çekmektedir. Bu dönemde uygulanan politikalar (3 çocuk politikası), Türkiye’ye yabancı göçmen akınları gibi nedenlerin nüfus artış hızını yükselttiği söylenebilir.
Birleşmiş Milletler nüfus veri tabanından elde edilen grafik 2’de yıllar itibariyle Türkiye’nin bin nüfus başına düşen canlı doğum sayısını ifade eden kaba doğum hızı yer almaktadır. Grafiğin (a) paneline bakıldığında 1950-1955 yılından 2015-2020 yılına kadar kaba doğum hızı devamlı azalmıştır.
1950 yılında kaba doğum hızı %49,3 iken 2020 yılına gelindiğinde bu oran %16,2’ye kadar gerilemiştir. Grafiğin (b) paneline bakıldığında kaba doğum oranlarındaki düşüşün devam edeceği, 2100 yılına gelindiğinde %8,5’e kadar gerileceği öngörülmektedir.
Bir yandan doğum oranları azalırken diğer yandan ortalama yaşam süresinin artması Türkiye nüfusunun yaşlanmasına yol açmaktadır. Birleşmiş Milletler nüfus veri tabanından elde edilen veriler ile oluşturulan grafik 3, Türkiye’de doğumda beklenen yaşam süresini göstermektedir.
İki panelden oluşan grafiğin (a) panelinde 1950-2020 yılları arası doğumda beklenen yaşam süresi yer almaktadır. 1950-1955 yılları arası beklenen yaşam süresi 41,01 iken 2015-2020’ye gelindiğinde 77,31’e yükselmiştir.
Grafiğin (b) panelinde ise doğumda beklenen yaşam süresinin gelecekte de artış göstereceği ve 2100 yılında 90’a yakınsayacağı öngörülmektedir. Dolayısıyla bu öngörüler ışığında önümüzdeki yıllarda Türkiye nüfusunun yaşlanmaya devam edeceği yani 65 yaş ve üstü kişilerin toplam nüfus içindeki payının artış göstereceği söylenebilir.
Nüfus yaşlanmasının bir diğer göstergesi, yaşlı olarak kabul edilen 65 yaş ve üstü grubun toplam nüfus içindeki oranının %10’un üzerine çıkmasıdır. Son dönemlerde Türkiye’de diğer yaş gruplarına kıyasla yaşlı nüfus daha hızlı artış göstermektedir (TÜİK).
Grafik 4’ün (a) panelinde Türkiye’de 1950-2020 yılları arasında nüfusun geniş yaş gruplarına göre yüzdelik dağılımı yer almaktadır. Grafiğe bakıldığında 65 yaş üstü nüfusun toplam nüfus içindeki payının son yıllarda artış eğilimi gösterdiği görülmektedir. 1950 yılında %3 olan oran 2020 yılında %9’a yükselmiştir. 0-14 yaş grubuna bakıldığında 1950’li yıllarda toplam nüfusun %40’ını oluştururken bu oran bazı yıllarda atış gösterse de özellikle 1965 yılından sonra sürekli düşüş eğilimine girmiş ve 2020 yılına gelindiğinde %23’e gerilemiştir. 15-64 yaş gurubu ise günümüzde toplam nüfusun yaklaşık %67’sini oluşturmaktadır.
Grafik 4’ün (b) panelinde 2020-2100 arası nüfusun geniş yaş gruplarına göre öngörülen dağılımı yer almaktadır. Grafikteki tahmini rakamlara bakıldığında en dikkat çekici nokta 65 yaş üstü nüfusun toplam nüfus içindeki payının 2025 yılı itibariyle %10’un üzerine çıkacağı ve hızlı bir şekilde artmaya devam edeceği, bununla birlikte 0-14 yaş arası nüfusun toplam nüfus içindeki payının ise ciddi düşüş göstereceğidir. (a) panelinde yıllar itibariyle 0-14 yaş grubu ile 65 üstü yaş gurubu birbirine yakınsarken (b) panelinde 2040’lı yıllarda 65 yaş üstü grubun toplam nüfus içindeki oranının 0-14 yaş grubu oranının üzerine çıkacağı, 15-64 yaş gurubunun da azalma eğilimine gireceği öngörülmektedir.
Grafik 4’e bakıldığında Türkiye nüfusunun demografik geçişe bağlı olarak önümüzdeki yıllarda ciddi oranda yaşlanacağı söylenebilir. Bu durumun sonuçlarından birisi yaşlı bağımlı nüfusunun artış göstermesidir.
Yaşlı bağımlılık oranı, nüfusun 3 temel yaş grubu dikkate alındığında (0-14, 15-64, 65+), 65 yaş üstü nüfusun, ekonomik olarak üretken olması beklenen 15-64 yaş grubuna oranıdır.
Çocuk bağımlılık oranı ise 0-14 yaş grubundaki çocuk sayısının 15-64 yaş grubuna oranıdır. Yaşlı bağımlı oranı gelişmiş ülkelerde yüksek iken, çocuk bağımlı oranı doğurganlık oranı yüksek olan gelişmekte olan ülkelerde fazladır. İktisadi olarak faal olmaması belenen 0-14 ile 65 üstü kişilerin ekonomik yükünü iktisadi olarak faal olması beklenen 15-64 yaştaki nüfus karşılama mecburiyetindedir (Günaydın, 2018).
Yaşlı bağımlılık oranı yükseliyor
Türkiye’de yaşlı ve çocuk bağımlılık oranı ve bunların toplamından oluşan toplam bağımlılık oranı grafik 5’te verilmiştir. Grafiğin (a) paneline bakıldığında yaşlı bağımlılık oranının 1950’den 2020’ye artış gösterdiği ve çocuk bağımlılık oranının da ciddi şekilde düşüş gösterdiği göze çarpmaktadır. Burada çocuk bağımlı oranındaki düşüş yaşlı bağımlı oranındaki artıştan daha büyük olduğu için toplam bağımlılık oranı da düşüş göstermiştir.
Grafiğin (b) paneline bakıldığında yaşlı bağımlılık oranının 2020’den sonra ivme kazanacağı ve çocuk bağımlılık oranındaki azalıştan daha büyük bir oranda artış göstereceği bunun sonucunda toplam bağımlık oranının yükseleceği öngörülmektedir. Rakamlarda ifade edecek olursak 2020 yılında yaşlı bağımlılık oranı %13 ve çocuk bağımlılık oranı %36 iken toplam bağımlılık %49’dur. 2100 yılına gelindiğinde yaşlı bağımlılık oranının 50 puanlık ciddi bir artış göstererek %63’e çıkacağı, çocuk bağımlı oranının %25’e düşeceği, toplam bağımlılık oranının ise %49’dan %88’e çıkacağı öngörülmektedir.
Yaşlı bağımlı oranındaki artış özellikle önümüzdeki senelerde iktisadi olarak faal olan nüfusa ciddi bir yük getirecektir. Bununla birlikte emeklilik yaşının sabit olduğu varsayılırsa yaşlı bağımlı sayısındaki artış ve buna ek olarak beklenen yaşam süresinin uzaması sosyal güvenlik sisteminde başta finansman açısından olmak üzere bir takım sorunlar yaratacaktır.
Amerikan Ekonomi Birliği’ne başkanlık hitabında, Alvin Hansen (1939) “Ekonomik politikanın gelecekteki demografik değişimlere göre nasıl ayarlanacağını anlamak, yaşlanan endüstriyel ülkelerdeki politika yapıcılar için çok önemli bir soru olacaktır” cümlesini kurmuştur.
Hansen’in de belirttiği üzere önümüzdeki dönemlerde demografik değişimlerin hız kazanacağını baz alırsak politika yapıcıların, politika ile ilgili kararlar alırken ülkenin demografik yapısını, yani yaş, cinsiyet gibi unsurları dikkate almaları gerekmektedir. Çünkü ilgili literatürde de bahsedildiği gibi bir ülkenin demografik yapısı yaşlı nüfus ağırlıklı ise bu ülkede özellikle para politikasının etkisinin azaldığı görülmüştür.
Abant İzzet Baysal Üniversitesi İktisat Bölümü’nde lisans eğitimini tamamladı. Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat ABD’de yüksek lisans eğitimini tamamladı. Yüksek lisans eğitimi sırasında özel bir şirkette proje geliştirme uzmanı (Kalkınma Ajansları, KOSGEB, TÜBİTAK, AB, vb.) olarak görev aldı. Pamukkale Üniversitesi İktisat Bölümü’nde 100/2000 YÖK “Para Politikası” öncelikli alanda doktora eğitimini tamamladı. İşgücü piyasası, toplumsal cinsiyet, para politikası, ekonomik büyüme ve kalkınma, uluslararası göç alanlarında çalışmalarını sürdürmektedir. Şu anda özel bir danışmanlık şirketinde ulusal ve uluslararası projelerde planlama ve bütçeleme departmanlarında görev almaktadır.