Otomotivde dış ticaret açığı vermeyi nasıl başardık?

Gazete Pencere’de Emre Özpeynirci’nin otomotiv sektöründeki dış ticaret dengesine dair paylaştığı sayılara inanmakta zorlandığım için haberin veri kaynağına gidip Otomotiv Sanayii Derneği’nin (OSD) raporlarını da inceleme ihtiyacı hissettim. Ne yazık ki haberdeki veriler doğru ve bu yıl otomotiv ihracatımız ithalatımızın epeyce gerisinde kalmakta. İlk 9 ayda yarım milyar doları aşan sektörel dış ticaret açığının yıl sonunda 1 milyar doları bulması bekleniyor. Burada şaşırtıcı ve üzücü olan otomotiv sektörünün 2016 yılından bu yana dış ticaret fazlası veriyor ve ülkemize ciddi miktarda döviz girişi sağlıyor olması. OSD’nin 2022 Dış Ticaret Raporu’ndan aldığım aşağıdaki grafikte görüldüğü üzere, sektör 2022 yılını 9,1 milyar dolarlık bir dış ticaret fazlasıyla kapatmış.

Dış ticaret açığının para politikasıyla ilgisi

Normal şartlarda ihracatın ithalatın çok üzerinde olduğu bir sektörde bu duruma gelinmiş olması, 2021 yılında uygulamaya geçen gevşek para politikalarının ekonomiye ne kadar büyük hasar verdiğinin bir başka göstergesi. Peki, nasıl oluyor da otomobiller ve diğer motorlu taşıtlar bu kadar pahalanmışken ve Türkiye’nin otomobili TOGG’un üretimi de başlamışken biz bu yıl otomotiv sektöründe dış ticaret açığı vermeyi başarabiliyoruz? Ve tabii ki, bunun para politikasıyla ne ilgisi var?

Olan şu: 2021’den bu yana yaşanan yüksek oranlı kur artışları otomobillerin vergi öncesi fiyatını sürekli olarak yukarı çekti. Fiyat yükseldikçe otomobillerin tabi olduğu Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) oranları da arttı. Yakın geçmişte yüzde 50 ya da yüzde 60 oranında ÖTV’ye tabi olan otomobiller, vergi öncesi fiyatları çok yükseldiği ve matrah güncellemeleri sınırlı tutulduğu için yüzde 80’lik ÖTV dilimine girmeye başladı ve böylece satış fiyatları daha da yükseldi. TL mevduat faizlerinin hiç de cazip olmadığı bir dönemde, düşük faiz politikası sayesinde krediye erişim de kolaylaşınca, otomobil birçok kişi için kârlı bir yatırım aracına dönüştü. (Benzer bir hikayeyi bir önceki yazıda gayrimenkul için anlatmıştık.) 

Özellikle bu gidişatı ilk fark edenler, otomobil al-sat işinden iyi paralar kazandılar. Fiyatları yerli üretim otomobillerden daha yüksek olan ve Türkiye pazarında satılan her üç araçtan ikisini oluşturan ithal otomobiller yatırımcılarına daha büyük getiri sağlarken, bir taraftan da dış ticaret dengemizi bozdular.

Niyet neydi, akıbet ne oldu?

Ocak–Eylül 2023 döneminde motorlu araç satışlarından tahsil edilen ÖTV’nin geçen yılın yaklaşık 3 katına çıkarak toplam vergi gelirlerinin yüzde 10’una ulaşması ekonomi yönetimi için bir teselli olabilir. (Bkz. Prof. Murat Batı’nın T24 yazısı)

Elektrikli olmayan otomobillerin üzerindeki vergi yükünün en az yüzde 116 olması, yani devletimizin her bir satıştan otomobil üreticilerinden çok daha fazla gelir elde ediyor olması da acı bir tebessümle karşılanabilir. Ancak, ülkeye döviz girişinin sağlanmaya çalışıldığı bir dönemde, otomotivdeki ticaret açığı mutlaka endişeyle izleniyordur Ankara’da. Neyse ki son dönemde piyasada otomobil arzının artması, kredi faizlerinin yükselmesi ve TL’nin değer kaybının yavaşlamasıyla sıfır kilometre otomobil fiyatları bir duraklama dönemine girdi.

İkinci el otomobil fiyatlarının da yavaş da olsa gevşemeye başladığı gözlemleniyor. Eğer bu durum bir süre daha devam ederse, otomobilin bir yatırım aracı olmaktan çıkması ve tasarrufların başka enstrümanlara yönelmesi süreci iyice belirginleşecek. Fiyatların yükselmesinden umudunu kesen ve otomobilin masraflarından da kurtulmak isteyen yatırımcılar – eğer döviz kurlarında yeni bir sıçrama ya da bir ÖTV artışı olmazsa – otomobillerini belki çok düşük bir kâr oranıyla, belki de zararına satmak zorunda kalacak. İthal otomobillere olan talebin azalmasıyla otomotiv sektörü tekrar dış ticaret fazlası vermeye başlayabilecek.

2021 yılında “rekabetçi kura geçiyoruz; ithalat cenneti olmaktan çıkıyoruz” diyerek başlayan, sonrasında niyet edilenin tam tersi bir sonuç doğurarak onbinlerce vatandaşı ithal otomobil al-satçısına dönüştüren düşük faiz döneminden geriye, telafi edilmesi için epeyce çaba sarfetmeyi gerektirecek bir döviz kaybı ve Mazhar Fuat Özkan’ın eski bir şarkısındaki “niyet neydi, akıbet ne oldu” sorusu kalacak.

1973 İstanbul doğumlu olan Prof. Dr. Cem Başlevent, ekonomi alanındaki yüksek lisans ve doktora derecelerini Boğaziçi Üniversitesi'nde almıştır. 2000-2023 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde çalışan Başlevent, halen İstanbul Kültür Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Akademik çalışmaları bireylerin işgücüne katılımı, politik tercihleri, yaşam memnuniyeti gibi konuları kapsamaktadır.

Abone Ol :)
Bildir
guest
0 Yorum
Eski
Yeni Oy
Inline Feedbacks
Tüm yorumlar
Search