Ölü atın üstünde

“Korku sizi ölümden uzak tutmaz. Korku sizi ancak yaşamdan uzak tutar.”

Necib Mahfuz

Yaşı uygun olanlar hatırlayacaktır. 10-15 yıl kadar önce işletme dünyasında baskın olan Amerikan ekolünün de etkisiyle “yuppie” çevrelerde birtakım metaforlar uçuşmaktaydı. Bunlardan bir tanesi de kendinizi ölü bir atın üzerinde bulursanız ne yapmalısınız sorusuyla ilgiliydi. Komisyon kurarak atın performansını yükseltecek önlemleri belirlemeye çalışmak, yurt dışından yönetim danışmanları getirerek bir iş planı oluşturmak, atın önüne ot koymak, atı daha çok sopalamak, atı işten çıkarmak, atın yanına bir iki yardımcı vermek, ata biraz zaman tanımak gibi tamamı ancak espri konusu olabilecek seçenekler konuşulur, boş laflar edilirdi.

Oysa gerçek değişmiyordu. At ölüydü. Yapılması gereken şey onu uygun şekilde defnetmek ve yola devam etmekti (Önemli not: Ölü atlar mutlaka uygun şekilde defnedilmelidir, yoksa uygunsuz biçimlerde hortlarlar.)

Peki neden işletmeciler (genel olarak da insanlar) bunu yapamazlar? İşe yaramayacak yatırımlarda/projelerde inat ederler, hatta daha fazla kaynak ayırırlar, mucize çözümlere kanarlar veya -daha da kötüsü- mucize insanlara bel bağlarlar? Neden işletme ve siyaset tarihi ölü atlarla doludur?

Bunun en temel sebeplerinden biri kaybetme korkusudur. İnsanoğlunun her ne kadar kazanma güdüsü üzerine harekete geçtiği düşünülse de aslında kaybetmekten kaçınma dürtüsü çok daha güçlüdür. Kaybetmeyi kabul etmek yaptığınız duygusal ve maddi yatırımların istediğiniz sonucu vermediğini, başarısız olduğunuzu, egonuzun yaralandığını, kendinize güveninizin sarsıldığını da kabul etmeyi gerektirir. Bu inanılmayacak kadar zor ve acı verici bir şeydir. Yüzleşmesi zordur, tatsızdır. Bu nedenle inkâr etmek, döndürmeye çalışmak, daha çok zaman ve kaynak ayırarak yatırıma devam etmek daha kolay gelir. Tarihin mezarlıkları sadece ölü atı kabul edemedikleri için durumun çok daha kötüye gittiği örneklerle doludur. 

Sıradan bir akşam hangi haber kanalını açarsak açalım bahsi geçen konuların önemli bir kısmı maalesef ölü atlardan ibaret olmaktan kurtulamamaktadır. Arkadaşlarımızla görüştüğümüzde konuşulan ve yakınılan konular da pek farklı olmamakta, bir faydası olmadığını bilerek yapılmaya, sürdürülmeye devam edilen şeyler zaten kırılgan olan yaşam doyumumuzu daha da kötüye götürmektedir.

Korku çok normal ve kabul edilmesi gereken bir duygudur aslında. Korku bizi uyarmaktadır, bedenimizi canlandırmakta, enerjik hale getirmektedir. Korku yedek yakıt hücrelerimizi oyuna dahil etmekte, daha hızlı, daha güçlü, daha akıllı olabilmemizi sağlamaktadır. Ancak korku kaybedilmiş bir oyunu devam ettirmemize neden olmamalıdır. Çünkü eğer böyle olursa korku işlevini yitirmekte, bizi ölümden değil hayattan uzak tutmaya başlamaktadır.

Jung der ki korkunun olduğu yerde göreviniz bulunmaktadır. Bu gerçekten de doğrudur, korkularınızın içinde gerçek yer almaktadır. Neye değer verdiğiniz, neye değer vermediğiniz, neleri kaybetmek istemediğiniz, kaçtıklarınız, yüzleşmedikleriniz vb. Eğer herhangi bir düşünce veya karar sizde korku duygusu uyandırıyorsa orada kesinlikle çalışılması gereken bir şey vardır. Korku kaçılması gereken bir şey değil en değerli dostlarınızdan biri olabilir böylece.

Her zamanki gibi bu yazının gündemdeki konu veya kişilerle hiçbir ilgisi yoktur. Benzerlikler tamamen tesadüfidir.

İyi haftalar dileklerimle.  

1972 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden mezun olduktan sonra aynı üniversitede Personel Yönetimi alanında yüksek lisans yaptı, akabinde Yeditepe Üniversitesi'nde İngilizce İşletme Doktora programını tamamladı. İnsan Kaynakları Yönetimi alanında çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren ulusal ve uluslararası kuruluşlarda 30 yılın üzerinde görev yaptı. Çalışmalarına danışman, akademisyen ve eğitmen olarak devam etmektedir.

Abone Ol :)
Bildir
guest
0 Yorum
Eski
Yeni Oy
Inline Feedbacks
Tüm yorumlar
Search