Başlık komik biliyorum, ama açıklayacağım…
Geçenlerde yabancı bir müvekkilime, bizim suç duyurumuzla başlayan süreç sonunda 5 yıldan fazla hapis cezası alan bir sanığın cezaevinde en fazla 1 gece geçireceğini anlatmaya çalışırken bir anımı hatırladım.
1998 senesinde Harvard’da yüksek lisans yaparken Amerikalı yönetmen Oliver Stone hukuk fakültesine konuşma yapmaya geldi. Hatırlarsanız, Oliver Stone 1978 senesinde çıkan ve çok ses getiren “Geceyarısı Ekspresi” filminin uyarlama senaristi olarak kazandığı Oscar ödülü ile meşhur olmuş ve kariyeri böyle başlamıştı. “Uyarlama senaryo”, başka bir kaynaktan yararlanırak yazılan senaryo demek ve Oliver Stone Geceyarısı Ekpresi filminin senaryosunu 1977 yılında yayınlanan Billy Hayes’in hayat öyküsünden almış. Film 1970 yılında Billy Hayes’in Türkiye’den Amerika’ya giden bir uçağa binerken üzerinde 2 kilo haşhaş ile yakalandıktan sonra yargılanıp 4 yıla mahkum olup cezaevine girmesi, cezaevinde çeşit çeşit korkunçluklar yaşadıktan sonra da kaçmasını anlatıyor. Stone’un senaryoyu yazarken Türkiye’deki yargı ve cezaevi ürecinde yaşananları kötü yönde abarttığı da tartışılan bir konu olmuş hep.
Devlete muhalif duruşu ile bilinen Stone uzun uzun doğruyu aramaktan vazgeçmememizi salık veren ve kendisinin de nasıl böyle yaparak olduğu noktaya geldiğini anlatan konuşmasından sonra soru cevap başladı. Ben de söz aldım ve aramızda şu diyalog geçti:
“Mr. Stone, siz Geceyarısı Ekspresi filmi ile ünlü oldunuz di mi?”
“Evet.”
“Hiç bir Türk cezaevine gittiniz mi?”
“Hayır.”
“Hiç Türkiye’ye gittiniz mi?”
“Hayır.”
“Ben Türk bir avukatım ve Türk cezaevlerinin ve Türklerin hiç o filmde anlattığınız gibi olmadığını ve film ses getirsin diye hikayeyi kötü şekilde abarttığınızı da biliyorum. Hâlâ Türkiye’deki cezaevlerinin o filmde gösterildiği gibi mi olduğunu soran yabancılara öyle olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Yani bize tavsiyenizi ‘ünlü olana kadar her yol mübah, ünlü olduktan sonra doğruları söylemekten şaşmayın’ olarak mı anlayalım?”
“Ben bunun için mi geldim buraya” dedi, kalktı gitti. 2004 senesinde de o filmde yaptıkları için basının önünde Türklerden özür diledi.
Demek Oliver Stone ile laf dalaşını şimdi yaşasam dediklerimin üstüne bir de “hatta şu anda olsa bu olay Hayes cezaevine bile girmezdi, o kadar iyi yani şartlar burada” diye ekleyebilirdim.
Şaka bir yana, ülkemizdeki ceza infaz yasası ve uygulaması sebebiyle pek çok suçtan uzun hapis cezaları alan kişileri cezaevinde en fazla 1 gece geçirip çıkabiliyorlar. Epey detaylı bir konu, şartlı salıverilme süreleri üzerinden hesap yapılıyor. Pek çok şartı da var ama neticede 6-7 sene hapis cezası alan kişilerin dahi hiç hapis yatmadığı olabiliyor. Bu yaralama, şantaj, dolandırıcılık, hırsızlık gibi pek çok suçu işleyenlerin hapis yatmasının epey zorlaştığı anlamına geliyor ülkemizde. Tabii bu sebeple insanları suç işlemekten caydırmak da zorlaşmış olsa gerek.
Bu uygulamanın sebebi cezaevlerinin çok dolu olması. Kapasitelerinin üzerinde dolu pek çoğu. Türkiye Avrupa’daki ülkeler arasında cezaevi doluluk oranları en yüksek olan ülkelerden biri. Belli ki cezaevleri yetersiz kalıyor. Buna çare olarak cezaevine girmeyi zorlaştırıyoruz. Ama muhtemelen bu sefer suç oranlarını arttırarak. Ülkemizdeki göçmenlerin karıştığı suçların arttığı da düşünülünce işin ciddiyeti artıyor.
Acaba özel cezaevleri mi açmak lazım ihtiyacı karşılamak için? Maliyetin bir kısmını devlet karşılar, kalan maliyet ve kâr cezaevindekilerin üretime katılması artırılarak sağlanabilir. Böylece mahkumların cezaevinden çıktıklarında yapabilecekleri işler de çeşitlenmiş olur. Devlet, cezaevinden çıktıktan sonra belirli bir sürede iş bulan mahkum başına cezaevinin sahibi olan şirkete teşvik verebilir. Bu da cezaevi sahibi olan şirketlerin cezaevindeki eğitimlerin kalitesini arttırmaya ve mahkumlar tarafından yapılabilecek işleri çeşitlendirmeye götürebilir. Bunlar da sadece ekonomik olarak değil, sosyolojik olarak da fayda sağlar.
Özel cezaevleri konusu değerlendirilecekse artısı ve eksisi ile detaylı şekilde çalışılması gerek tabii ki. Uygulanabilir çıkmayabilir de neticede. Ama bir şeyler düşünmemiz lazım, çünkü sürdürülebilir değil gidişat. Ekonominin içinde olduğu durum ve göçmenlerin yarattığı sıkıntıları da hesaba katınca güvenlik sorunu yaşamaya başlamamız kuvvetle muhtemel ve bu sorun tehlikeli hale gelmeden bir çare düşünmemiz gerekiyor.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Yüksek lisansını Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde yaptı. Avukat olarak meslek yaşamını sürdüren Hakan Yazıcı, İstanbul ve New York barolarına kayıtlıdır. Çalışma alanları: Banka hukuku, yapılandırılmış finansman ve proje finansmanı, birleşme ve devralmalar, enerji hukuku, sermaye piyasası hukuku, ticaret hukuku, sözleşmeler hukuku ve şirketler hukuku.
Hakan hocam yorumunuz tanımlayicı olduğu kadar yapicı yanıda yüksek.
Sosyal bir alanımıza dikkat çekmeniz menmuniyet veriçi, teşekkür ederim.
Cezaların mağdur edilen taraf lehine para cezasına dönüştürülmesi de düşünülebilir mi?