Son 30 yılda düzenlenen 16 olimpiyat oyununun ne ölçüde sürdürülebilir olduğunu değerlendiren bir çalışmaya göre, ‘yeşil’ söylemlerdeki artışa rağmen olimpiyatlar giderek daha az sürdürülebilir hale geldi.
Tarihin ‘en yeşil’ olimpiyatını düzenleme iddiası bulunan Paris de bir istisna değil. Henüz yayınlanmamış hesaplamalara göre Paris Olimpiyatları, en sürdürülebilir oyunlar listesinde üst sıralarda yer alamayacak. Olumsuz gidişatın önemli bir sebebi, olimpiyatların boyutunun giderek büyümesi.
26 Temmuz – 11 Ağustos tarihleri arasında düzenlenecek olan 2024 Paris Olimpiyatları, tarihteki en ‘yeşil’ olimpiyat oyunlarını düzenleme iddiasını taşıyor.
Organizasyon komitesinin bunun için attığı en önemli adım, yeni inşaatlardan olabildiğince kaçınmak oldu. Bu nedenle oyunlarda büyük ölçüde mevcut stadyumlar, spor salonları ve altyapı kullanılacak. Olimpik Köy ve su sporları merkezi gibi inşaatlarda ise metrekare başına yüzde 30 daha düşük karbon salımı yapıldı.
Buna karşın 200 ülkeden atlet ve görevlilerin katılacağı, yaklaşık 13 milyon izleyicinin dünyanın farklı yerlerinden izlemeye geleceği etkinliğin büyük bir karbon ayak izi olması kaçınılmaz. Peki ölçeği giderek büyüyen olimpiyatlar, ‘daha yeşil’ veya ‘daha sürdürülebilir’ olma iddialarının altını doldurabilir mi?
Sosyal ve ekonomik yönleri de var
Son 30 yılda düzenlenen olimpiyatların ne derece sürdürülebilir olduğunu sistematik olarak değerlendiren tek çalışma olan 2021 tarihli makalenin yazarlarından Dr. Martin Müller, 1990’lardan bu yana artan ‘yeşil’ söylemlere karşın olimpiyatların giderek daha az sürdürülebilir hale geldiğine dikkat çekiyor.
Sürdürülebilirliği yalnızca ekolojik göstergelere indirgemeyen, sosyal ve ekonomik yönlerini de değerlendirmeye alan çalışmaya göre 1992-2020 yılları arasında düzenlenen 16 olimpiyat oyununun en sürdürülebilir olan 2002 yılında Salt Lake City’de (ABD) düzenlendi. İkinci sırada ise 1992’de Albertville’de (Fransa) gerçekleşen oyunlar yer alıyor. Bunların her ikisi de kış olimpiyatlarıydı. En sürdürülebilir yaz oyunları ise yine 1992’de Barselona’da (İspanya) yapıldı.
Müller, henüz yayınlanmamış hesaplamalarına göre, Paris’in en sürdürülebilir olimpiyatlar listesinde üst sıralarda yer alamayacağını belirtiyor. Büyük inşaatlardan kaçınmasına ve Müller’in ‘sürdürülebilirlik gösterisi’ olarak tarif ettiği dikkat çekici adımlarına karşın Paris, ziyareti beklenen yaklaşık 13 milyon izleyici ve organizasyon sürecindeki toplumsal hak ihlalleri nedeniyle yeterince iyi bir performans sergileyemedi.
Olimpiyatların daha sürdürülebilir olmasının önündeki en büyük engel, organizasyonun giderek büyüyen boyutu. Yalnızca emisyonlara bakacak olursak ise temel sorun, dünyanın dört bir yanından uçaklarla gelen milyonlarca seyircinin sebep olduğu salımlar. Müller, mevcut haliyle olimpiyatların ‘sürdürülebilir şekilde düzenlenemeyecek kadar büyük,’ olduğuna dikkat çekiyor.
Paris Anlaşması’nda öngörülen emisyon azaltımlarının gerçekleştirilebilmesi için olimpiyatlar, çok daha küçük organizasyonlar olarak yeniden hayal edilmeli. Müller ayrıca Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin Paris Anlaşması’nın hedefleriyle uyumlu emisyon hedefleri belirlemesi gerektiğini de vurguluyor.
İsviçre’deki Lozan Üniversitesi’nin Coğrafya ve Sürdürülebilirlik Bölümü’nde öğretim üyesi olan Dr. Martin Müller’in konuyla ilgili değerlendirmeleri şu şekilde:
Olimpiyatların sürdürülebilirliğini ilk kez sistematik olarak inceledik
‘Sürdürülebilirlik sadece çevresel etkilerle sınırlı değil, sosyal ve ekonomik bileşenlerle de ilgili. Bu üç boyutu dengede tutmamız gerekiyor. Ama bir yandan da aralarında bir hiyerarşi var.
Ekonomik olarak iyi durumda olabilmek için bu gezegene ihtiyacımız var; onu yaşanabilir tutmamız şart. Öte yandan ekonomi, sosyal hedeflere ulaşmak için bir araç. Bu çerçevede, gezegensel sınırların içinde kalmamız gerekiyor. Kısacası ekolojik, sosyal ve ekonomik olmak üzere sürdürülebilirliğin üç boyutu var ancak bunlar birbiriyle eşit önemde değil.
Olimpiyatların sürdürülebilirliğini ölçmek için her üç boyuta dair üç gösterge belirledik. (Ekolojik etkiler için yapılan yeni inşaatlar, izlemeye gelen ziyaretçiler ve olimpiyatların büyüklüğü; Sosyal etkiler için toplumsal destek, toplumsal güvenlik ve hukukun üstünlüğü; Ekonomik etkiler için ise bütçe yönetimi, finansal riskler ve yeni inşaatların uzun vadeli kullanımı dikkate alındı.)
Bu araştırma ile birlikte, yaklaşık 30 yıl boyunca olimpiyatların sürdürülebilirliğinin nasıl değiştiğini ilk defa ölçmüş olduk; daha önce kimse bunu sistematik olarak yapmamıştı.’
Olimpiyatların giderek daha sürdürülebilir olduğu doğru değil
‘Çalışmamızın ana bulgusu şuydu: Olimpiyatların ‘yeşil’ veya ‘sürdürülebilir’ olduğuna dair söylemlerdeki artışa rağmen, olimpiyatların sürdürülebilirliği aslında azalıyordu. Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin ve organizatörlerin söylediklerine inanırsanız, olimpiyatların giderek daha sürdürülebilir hale geldiklerini düşünebilirsiniz. Fakat aslında eğilim aşağı doğru.
Bunun birkaç nedeni var. İlk olarak olimpiyatlar sürekli büyüyor ve büyüdükçe de kaynak tüketimi artıyor. Daha fazla spor varsa, daha fazla stadyum da gerekir. Daha fazla seyirci uçarsa, karbondioksit salımları artar; daha büyük stadyumlar, daha fazla otel, daha büyük ulaşım kapasitesi gerekir. Dolayısıyla büyüme önemli bir neden.
Diğer neden, olimpiyat oyunlarının ev sahibi ülkelerde olağanüstü hal yaratması. Kanunlarda istisnalar yapılması talep ediliyor. Organizasyon giderek büyüdüğü için insanlar yerinden ediliyor. Dolayısıyla sürdürülebilirliğin sosyal boyutu üzerinde olumsuz bir etki oluşuyor. Sosyal olarak çok yıkıcı.
Düşüş eğilimi görmediğimiz tek boyut, nispeten istikrarlı seyreden ekonomik boyut. Bu da ilginç çünkü sürdürülebilirliğin üç boyutu arasından en önemsizi olduğunu söyleyebiliriz.’
Paris Olimpiyatları ‘en yeşil’ değil
‘En yeşil olimpiyat olma iddiası ise uzun süredir var. Neredeyse her olimpiyat, en yeşil olduğunu iddia ediyor çünkü olimpiyatlarda hep kendinizden önceki ev sahibi şehirden daha iyi olmaya çalışırsınız. Ama bu büyük ölçüde bir pazarlama söylemi ve şüpheyle yaklaşmak gerekiyor.
Paris Olimpiyatları’nın sürdürülebilirliğini incelediğimiz, henüz yayınlanmamış bir çalışmamız var. Ön sonuçlar, sıralamada Paris’in ikinci yüzde 50’lik grupta yer alacağını gösteriyor. Yani listenin başlarına yakın bile değil.
Dolayısıyla Salt Lake City veya Barselona’yla yakın dahi değiller. Londra’dan biraz daha iyi olduklarını söyleyebiliriz ama çok da değil.
Bazı konularda daha iyi performans sergiliyorlar. Örneğin birçok yeni inşaattan kaçınmayı başardılar. Büyük ölçüde, mevcut stadyumları ve ulaşım altyapılarını kullanacaklar.
Daha zayıf oldukları taraf ise oyunların boyutu. Birçok ziyaretçi getirmeyi hedefliyorlar, bu da ciddi bir karbon ayak izi yaratıyor. Aynı zamanda bazı kesimlerin yerinden edilmesi söz konusu oldu, hukukun üstünlüğüne istisnalar getirildi. Bütçelerini de epey aştılar. Bu unsurlar nedeniyle sürdürülebilirlik listesinde de aşağıya düşüyorlar.’
Sürdürülebilirlik bir gösteri haline geldi
‘Özetle Paris’in performansı, 1992’den bu yana düzenlenen olimpiyatların uzun dönem ortalamasında veya altında olacak.
Tabii ki ‘yeşil’ olduklarını düşünmenizi istediklerinde, bazı girişimleri öne çıkarıyorlar. Örneğin vegan ve vejetaryen yemek seçeneklerini artırdıklarını söylüyorlar. Bu gibi birçok küçük fakat görünürlüğü yüksek örnekler veriyorlar. Ne var ki bunların genel performansa etkisi düşük; bir fark yaratabilecek düzeyde değil. Dolayısıyla bu yaklaşımlarının farkında olmak gerekiyor.
Ben buna ‘sürdürülebilirlik gösterisi’ diyorum. Sürdürülebilirliği ekranlar için ve mümkün olduğunca görünür şekilde yapıyorlar. Çok istisnai bir çalışma gibi sunuluyor ve pazarlanıyor ama günün sonunda kayda değer bir etkisi yok.
Olimpiyatların çoğunlukla ekranlar için yapıldığının farkında olmalıyız. Bu nedenle sürdürülebilirlik adımlarının çoğu da görünür olabilecek, ekranları başında olimpiyatları takip edenlerin izleyebileceği şeylere dair oluyor.’
Temel sorun, olimpiyatların büyüklüğü
‘Eğer sürdürülebilirliğin yalnızca karbondioksit emisyonlarına dair kısmına odaklanırsak, emisyonların en büyük sebebinin ziyaretçileri taşımak olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Temel neden, özellikle uçakla gelen uluslararası ziyaretçiler. Ne var ki şimdiye kadar hiçbir Olimpiyat bu sorunu ele almadı. Paris bile bu büyük karbondioksit kaynağına dokunmadı. Fakat eğer Paris Anlaşması ile uyumlu şekilde emisyonları %90 azaltmak istiyorlarsa, bu sorunu ele almaları gerekecek.
Öte yandan sürdürülebilirlik hakkında daha geniş anlamda konuşacak olursak, yani sosyal bileşenleri de dahil edersek, bence en büyük sorun olimpiyatların boyutu. Olimpiyatlar, sürdürülebilir şekilde düzenlenemeyecek kadar büyük.
Bir örnek vereyim: Olimpiyatlarda yaklaşık 10 bin atlet yarışıyor. Bu 10 bin atlet için yaklaşık 400 bin – yani atlet sayısının yaklaşık 40 katı – akredite kişi var. Bunlar gönüllüler, antrenörler, güvenlik personeli olabilir. Bunlara ilaveten de yaklaşık 13-14 milyon ziyaretçi, oyunları izlemeye geliyor.
Yani gösterinin esas aktörleri olan atletler, azınlıkta. Eğer olimpiyat oyunlarının çekirdeği olan atletleri ve antrenörler, medya gibi bazı temel unsurları tutarsanız, aynı etkinliği ve yarışmaları düzenleyebilirsiniz ve aynı zamanda çok daha sağlam bir organizasyon yapmış olursunuz.
Bunun böyle yapılmamasının nedenlerinden biri, bilet sayısı azaltıldığında bilet alamayacak insanlardan gelecek tepkiden çekinmek olabilir – özellikle olimpiyatlara gitmeye alışık olan, düzenli olarak ziyaret eden insanlar için. Bir diğer neden ise alışkanlık. Şehirlere bir izleyici kalabalığı akın ettiğinde farklı bir atmosfer oluşuyor. İnsanlar sokağa çıkıyor, kutlamalar yapıyor. Son neden ise bu kadar çok kişi getirmenin maliyetini Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin üstlenmemesi. Bunun altyapı masraflarına ev sahibi şehir katlanıyor. Kısacası faydalar ve masraflar, Komite ile şehirler arasında eşit paylaşılmıyor.
Somut emisyon hedefleri belirlenmeli
Bana göre geldiğimiz noktada yapılacak en doğru şey, Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin ve gelecekteki ev sahibi şehirlerin emisyon hedefleri belirlemeleri ve elle tutulur taahhütlerde bulunmaları. Henüz böyle bir uygulama yok.
Paris’in bir emisyon hedefi vardı fakat birkaç hafta önce sessizce geri adım attılar çünkü tutturabilecekleri kesin değil. Öte yandan bunun iletişimini iyi bir şekilde yapmadılar.
Paris’in, olimpiyatların ev sahibi seçildiğinden bu yana bir emisyon hedefi var. Bunu 1.58 milyon ton karbondioksit eşdeğeri olarak açıklamışlardı. Ancak daha yakın tarihli yayınlarında bu sayıyı vermiyorlar. Uzunca bir süre Londra Olimpiyatları’ndaki emisyonların yarısı kadar salıma sebep olacaklarını söylediler. Ardından buna Rio eklendi; Londra ve Rio’nun ortalamasının yarısı kadar, dediler. Böyle olunca hedef epey kolaylaşıyor çünkü Rio’nun emisyonları oldukça yüksekti.
Bunun hesaplamasını yaptım; hedeflerini değiştirerek %20 daha fazla emisyona sebep olabilir hale geldiler. Yani aslında sessizce iklim taahhütlerinden geri adım atmış oldular.
Bu çerçevede Olimpiyat Komitesi’nin yapması gereken, Paris Anlaşması’nın hedefleriyle uyumlu olacak şekilde emisyon hedefleri belirlemek. Bu hesaplamayı da yaptık. Buna göre Paris Olimpiyatları’nın en fazla 1.6 milyon ton karbondioksit eşdeğeri salım yapması gerekiyor. Yani aslında belirledikleri ilk hedef doğruydu.
Bundan sonra asıl zorluk 2028’deki Los Angeles (ABD) ve 2032’deki Brisbane (Avustralya) oyunları için olacak. Dünyanın hemen hemen neresinde olursanız olun, bu iki şehre de gidebilmek için uçağa binmeniz gerekiyor. Dolayısıyla bu şehirlerin emisyon hedeflerini tutturmaları epey zor olacak.’
Kaynak Makale: An evaluation of the sustainability of the Olympic Games
Yazar hakkında:
Dr. Martin Müller, Lozan Üniversitesi (İsviçre) Coğrafya ve Sürdürülebilirlik Bölümü öğretim üyesidir. Yüksek lisansını Cambridge Üniversitesi’nde, doktorasını ise Goethe-Universität Frankfurt am Main’de tamamlamıştır. Daha önce Zürih Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapmıştır.