Göç: İktisadi perspektiften bir inceleme

Bugün, göç olgusunu ele alırken, iktisadi temellerini, tarihsel örneklerini ve gelecekteki perspektiflerini irdeleyerek daha derinlemesine bir bakış açısı sunmaya çalışacağım.

Göç, insanlık tarihinin temel gerçeklerinden biridir. Ancak bu yazıda göçün ekonomik etkilerine odaklanarak, bu önemli olgunun ardındaki iktisadi dinamikleri anlamaya çalışacağız.

Göçün iktisadi temelleri

Göçün ana itici gücü genellikle iş ve gelir fırsatlarına yönelik taleptir. İnsanlar, daha iyi bir yaşam umudu veya daha iyi iş fırsatları arayışıyla göç ederken, işverenler de ucuz işgücü arayışı içinde göçmen işçilere yönelebilirler. Göçün iktisadi temelleri, bu olgunun arkasındaki ana nedenlerden birini oluşturur.

Son yıllarda dünya ekonomisinin globalleşip derinleşip büyümesi için elverişli bir ortamı hazırlayan gelişmeler; I. Merkantilist engellerin kaldırılması. II. Yeni altın yataklarının keşfi. III. İletişim ve ulaşım ağının genişlemesi. IV. Yaygın bir savaş çıkmaması. V. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra mal, insan ve sermaye akışının gelişmesi.

Bu çerçeveden dünya ekonomisine bakış attığımızda I. Wallerstein’ın teorisine göre hiyerarşiye dayalı bir iş bölümü ortaya çıktı: “Merkez–çevre–yarı–çevre ve dışsal bölgeler.” Bu bölgelerin oluşmasında temel etkiyi sağlayan ticaret olmuştur. Burada sistemin öğelerini tanımlayacak olursak:

Merkez (çekirdek) Bölgeler: Ayrı, karmaşık ekonomilere sahip, oldukça gelişkin teknolojik beceri ve üretim süreçleriyle ayırt edilen ve ihraç için yüksek kalite mallar üreten alanlardır. Nitelikli emek biçimi ve kapitalist ekonomi mevcuttur. Gelişmiş ülkeler kategorisidir.

Çevre Bölgeler: Niteliksiz emek biçimi ve tarımın ağırlığı vardır. Afrika, Güney Amerika ve Asya’daki 3. dünya ülkeleri.

Yarı–çevre Bölgeler: Merkez ile çevre arasında risk azaltıcı bir tampon rolü olan bölgedir. Siyasal açıdan, çevreden daha bağımsızdır. Gelişmekte olan ülkeler kategorisidir.

Dışsal Bölge: Dünya ekonomisinin dışında olan, kendi kendine yeterli olan ülkeler. Küba, nispeten Kuzey Kore gibi. Bu sistemde “sıfır–toplam oyunu” vardır.

Sıfır–toplam Oyunu: dünya sisteminin tek merkezli olması haliyle sistemin çeşitli bölgelerinin yükselişlerini diğerlerinin düşüşüyle ilişkilendirir. Bunun sonucunda, merkez hiç genişlemez. Şöyle ki, yarı-çevre durumunda olan bir ülke merkeze doğru yükselirse, merkezde olan bir ülkede yarı-çevre durumuna düşer ve ülkeler sistem içerisinde böylece yukarı veya aşağı doğru gidebilirler. Merkez ile çevre arasında eşitsiz mübadele üzerinde bir “artık” transferi gerçekleşir.

Çevre ülkeler, giderek belirli malların üretiminde ve merkeze ihracında uzmanlaşır, merkezin teknolojik içerikleri zaten ikamesi olmayan üst teknolojik ürünlerdir. Haliyle bu açılardan baktığımızda sürekli bir merkeze bağımlılık ve çevre ülkelerin borçlandırılması haliyle yarı-çevre ülkelerin maddi olarak sömürüsü söz konusudur. Böylece içinde yaşadığımız ekonomik sistemin en önemli iki yanlışından birinin oluştuğunu görürüz. Tam istihdamı sağlama konusunda gösterdiği başarısızlık, diğerinin ise gelir ve servet dağılımındaki büyük eşitsizliklerin oluşması.

Gelişen teknolojiler ile atıl duruma düşen insan sayısı her geçen gün fazlalaşırken bir yanda da sermaye sahipleri kârlarını büyütmeye devam ediyorlar ve rezerv sahibi ülkelerin bilanço büyüklüklerinde tarihi seviyelere geldiğini görürken borçlarında bir o kadar arttığını ve kendi enflasyonlarını bu sınıfsal yapı içerisinde yarı çevre ve çevre ülkelere ihraç ettiğini yaşayarak deneyimliyoruz. Komple liberal sistemin çöküşüne giden bir gidişat aslında tüm bu olanlar. Zenginlerin kârlarından feragat etmesi gerekiyor ki borsaların gidişatından böyle bir şeyin istihdam tarafında oluşturduğu negatif bağımlı etki de söz konusu. Sistemin kurtarılması için, Marx’ın Kapital’inde söylediği temel savlara tabi ki dayanak oluyor bu durum.

Ancak Marx’ın bahsettiği sistemde işçilerin sendikal yaklaşımları gelecek için söz konusu olamıyor. Çünkü teknolojiler insanları işlevsiz bıraktıkça bir işçi sınıfından söz etmek de gelecekte pek mümkün olmayacak ki olmaya başladı. Haliyle bu sistem içerisinde atıl kalan ve çevre veyahut yarı çevrede yaşayan insanlar egemen sınıf olan kuzey ülkelerine geçmek için varını yoğunu veriyor, canını riske atıyor. Ayrıca tampon bölge olarak değerlendirilen yarı çevre ülkelere, merkez ülkelerin katkısıyla (Merkez ülkelere bağımlı olunduğundan dolayı) göç ediyorlar.

Tarihsel olarak, göçün ekonomik temelleri, birçok büyük göç hareketinin temel nedeni olmuştur. İşte bazı önemli tarihsel örnekler:

  • 19. Yüzyıl Amerika Göçü: 19. yüzyılın ortalarında, Avrupa’dan Amerika’ya büyük bir göç dalgası yaşandı. Avrupa’da ekonomik sıkıntılar ve işsizlik artarken, Amerika daha fazla iş ve tarım alanı sunuyordu. İnsanlar ekonomik fırsatlar peşinde koşmak için göç ettiler.
  • Meksika-ABD Sınırındaki Göç: Meksika’dan ABD’ye olan göç, hâlâ devam eden bir fenomen. ABD, yüksek ücretler ve iş fırsatları sunarken, Meksika’da gelir eşitsizliği ve işsizlik sorunları sürdü. Bu nedenle, binlerce insan her yıl Meksika-ABD sınırını geçerek göç etmeye çalıştı.
  • Akdeniz Göçleri: Akdeniz bölgesindeki ülkelerde ekonomik istikrarsızlık, siyasi çatışmalar ve çevresel faktörler, Akdeniz’in kuzeyine doğru büyük bir göç dalgasına yol açtı. Göç, ekonomik fırsatların sınırlı olduğu bölgelerden daha zengin ülkelere doğru gerçekleşmektedir.

Göçün Geleceği: Ekonomik krizler ve çevresel değişiklikler

Gelecekte, ekonomik krizler, gelir eşitsizliği ve çevresel değişiklikler gibi faktörler göç sorunlarını daha karmaşık hale getirebilir. Bu nedenle, yapıcı ve sürdürülebilir politika yaklaşımları, göç sorununun etkilerini hafifletmede kritik bir rol oynayacaktır.

Türkiye’nin Göç Sorunu ve Geleceği

Türkiye, bu küresel ekonomik ve göç dinamikleri içinde önemli bir role sahiptir. Ülke, hem göçmenlerin kaynak hem de hedef ülkesi olarak konumlanmıştır. Bu nedenle Türkiye için yapılması gerekenler arasında ekonomik büyüme, gelir adaleti, istihdam yaratma ve sürdürülebilir çevre politikaları olmalıdır.

Sonuç Olarak

Göç, tarihsel ve iktisadi temellerle şekillenmiş karmaşık bir olgudur. Göç, insanların daha iyi bir yaşam umuduyla yolculuğunu ifade ederken, politika yapıcıların daha adil bir dünya için çözümler arayışına odaklanmaları gerekmektedir. Göç, sadece insanların yer değiştirmesi değil, umutların ve hayallerin peşinden gitmesidir.

Unutmayın, göç sadece geçmişimizin bir yansıması değil, aynı zamanda geleceğimizin de bir parçasıdır.

Sizlere Aristoteles’in şu sözüyle veda edeyim:

“İnsanlar, daha iyi bir yaşam arayışında olan doğal gezginlerdir.”

Balıkesir Üniversitesi İnşaat Mühendisliği lisans mezunu. Beykent Üniversitesi'nde bankacılık ve finans alanında yüksek lisans yaptı. Uluslararası projelerde planlama ve bütçeleme departmanlarında çalıştı. Enflasyon Araştırma Grubu'nda (ENAG) ekonomi-finans çalışmalarına devam ediyor.

Abone Ol :)
Bildir
guest
0 Yorum
Eski
Yeni Oy
Inline Feedbacks
Tüm yorumlar
Search