Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildikten sonra ısrarla savunulan düşük faiz uygulamaları 2021’in sonbaharında farklı bir boyuta geçmiş ve iddialı olduğu kadar riskli bir iktisadi deney başlamıştı. Deneyin başlangıcını takip eden haftalarda Türk lirasının beklenmedik oranda değer kaybı “artık ithalat cenneti olmayacağız, zorlu aşamaları geçip refaha ulaşacağız” mealindeki açıklamalarla rasyonalize ediliyordu.
O dönemin konuşma metinlerinde birden fazla kez kullanılan bir söz öbeği “ne yaptığımızı biliyoruz” idi. Nitekim, ‘kur korumalı mevduat’ adı verilen bir finansal enstrüman devreye alınmış ve piyasalar sakinleşmişti. Yüksek enflasyona rağmen, 2023’ün ortasına kadar devam eden ultra gevşek faiz politikalarının vatandaşları mutlu edip seçim kazandırdığı dahi söylenebilirdi.
Enflasyon, dış ticaret ve KKM
Ancak bugün ekonomik göstergelere baktığımızda, düşük faiz politikasının ekonomi yönetimince öngörülemeyen birçok olumsuz sonucu olduğunu ve “ne yaptığımızı biliyoruz” sözünün doğrulanmadığını görüyoruz. Öncelikle, düşük faizlerin düşük enflasyona yol açacağı tahmin ediliyordu ama bunun tam tersi oldu. Yıllık resmi enflasyon 2022’de yüzde 80’i aştı, halen de yüzde 70 civarında.
Düşük faiz politikasının bir sonucu olan ve planın bir parçası olduğu söylenen yüksek döviz kurlarının dış ticaret dengesini olumlu yönde değiştireceği umuluyordu ama 2022 ve 2023 yıllarda GSYH’nin yüzde 4-5’i düzeyinde cari açık verildi. Bu cephedeki en çarpıcı durumlardan biri tüketim malları ithalatında yaşandı. Aylık tüketim malları ithalatı, faiz indirimlerinin başladığı dönemin iki katına çıktı (Bknz. Prof. Ali Hakan Kara’nın hazırladığı aşağıdaki grafik).
Ağırlıklı olarak motorlu taşıtların ithalatından kaynaklanan bu durum aslında düşük faiz politikasının ekonomi yönetimince öngörülmeyen bir sonucu. Zira, fiyatı sürekli artan ve ucuz kredilerle kolayca ulaşılabilen otomobiller bir yatırım aracına dönüşürken, çeşitli ithal ürünlere olan talep de bozulan enflasyon beklentileriyle birlikte öne çekildi.
Başlangıçta harika bir icat gibi sunulan ve düşük faiz politikasının ömrünü uzatan ‘kur korumalı mevduat’ zaman içinde çığ gibi büyüyen kur farkı ödemelerinden dolayı Hazine ve Merkez Bankası için ciddi bir yük olmaya başladı. Öyle ki, sonunda Hazine bütün ödemeleri TCMB’ye devretmek durumunda kaldı. Bunun sonucunda, her yıl kâr etmesine alışık olduğumuz Merkez Bankası 2023 yılında 818 milyar lira zarar etti. Böylece bankanın en büyük hissedarı olan Hazine de kayda değer miktardaki bir kâr payından mahrum kalmış oldu.
Bütçe dengesi ve gelir kayıpları
Faizler düştükçe Hazine’nin bütçe dengesinin de iyileşmesi bekleniyordu ama bunun da tam tersi oldu. Enflasyona endeksli devlet iç borçlanma senetlerinin oluşturduğu faiz yükünün de katkısıyla, iç borcun faiz ödemeleri ana para miktarını aştı. Ekonomist Ömer Rıfat Gencal’ın paylaştığı grafiğe göre, önümüzdeki dönemde iç borçlara karşılık yapılacak toplam faiz ödemesi 5 trilyonu aşmış durumda. Yüksek faize karşı açılan savaşın belki de en ironik sonucu bu tarafta yaşanıyor.
BloombergHT’nin grafiğinde görüldüğü üzere Mart 2024 itibarıyla merkezi yönetimin 12 aylık bütçe açığı 1,64 trilyon düzeyinde. Arttırılan KDV oranlarıyla dolaylı vergilere iyice yükleniliyor olmasına rağmen gelirlerin yetersiz kalmasının bir nedeni kayıt dışı harcamaların artıyor olması.
Son dönemdeki faiz artışlarıyla birlikte bankaların kredi kartı ile yapılan alışverişlerden aldığı komisyonların da çok yükselmiş olması iş yerlerini farklı çözümler üretmeye yöneltti. Özellikle yeme içme mekanlarında müşterilere “POS cihazımız bozuk, hesaba havale yapalım” dendiğini, ayakkabı ve giyimde de “(KDV’siz) nakit fiyat yüzde 10 indirimli olur” gibi öneriler yapıldığını okuyoruz. Enflasyon ve faizler mevcut düzeylere ulaşmamış olsaydı, bu problem de yaşanmıyor olacaktı. Faizleri düşürme iddiasıyla çıkılan bir yolun sonunda kafe ve restoranlarda kredi kartı kullanımının mesele haline gelmiş olması gerçekten ilginç bir durum.
İlk kez 2021’de söylenen “ne yaptığımızı biliyoruz” sözünü yerel seçim kampanyası sırasında Merkez Bankası’nın politika faizi yüzde 50’ye ulaşmış, kredi faizleri yıllık yüzde 60-70’leri görmüşken tekrar duyunca akla ister istemez son 2,5 yılda yaşadıklarımız geliyor. Umarız ekonomi yönetimi bu kez ne yaptığını gerçekten biliyordur.
Cem Başlevent’in tüm yazıları:
1973 İstanbul doğumlu olan Prof. Dr. Cem Başlevent, ekonomi alanındaki yüksek lisans ve doktora derecelerini Boğaziçi Üniversitesi'nde almıştır. 2000-2023 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde çalışan Başlevent, halen İstanbul Kültür Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Akademik çalışmaları bireylerin işgücüne katılımı, politik tercihleri, yaşam memnuniyeti gibi konuları kapsamaktadır.