Vergi Uzmanı Prof. Dr. Funda Başaran Yavaşlar, enflasyonun sebeplerinin net bir şekilde ortaya konulup vergi düzenlemelerinin buna göre yapılması gerektiğini söyledi.
Türkiye enflasyonla mücadele ederken, ekonomi yönetimi parasal sıkılaşmaya devam edileceği mesajını veriyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, “Para politikalarının sıkılaştırılması işe yarayacak” derken, enflasyonun 2026 yılında tek haneli seviyelere ineceğini söyledi.
Vergi Uzmanı Prof. Dr. Funda Başaran Yavaşlar, Türkiye’nin enflasyonla mücadelede neler yapacağı konusunda tclira.com‘un sorularını yanıtladı:
Enflasyonla mücadelede Türkiye’nin vergi politikası nasıl olmalıdır?
Enflasyonla mücadele edebilmek için önce kaynağını ve nedenini ya da nedenlerini doğru şekilde saptamak gerekir. Enflasyon iç kaynaklı ya da dış kaynaklı olabilir. Örneğin, Rus-Ukrayna Savaşı’nın petrol fiyatlarını artırması dış kaynaklı bir nedenken, ülke içinde meydana gelen olağanüstü durumlar, yanlış ekonomi politikaları iç nedenlerdir.
Enflasyonun nedenlerine gelince, farklı kriterlere göre çeşitli sınıflandırmalar mümkündür. Ama esas itibariyle, ‘arz enflasyonu, talep enflasyonu ve para (miktarı) enflasyonu’ şeklinde üçlü bir ayırım yapılabilir.
(i)Türkiye’de önce pandemi nedeniyle, sonrasında da seçim vaatleri, depremler gibi nedenlerle piyasaya bol miktarda para sürüldü, dolayısıyla para (miktarı) enflasyonu ortaya çıktı.
(ii)Arz enflasyonu, ‘maliyet enflasyonu ve kâr baskılı enflasyon’ şeklinde ikiye ayrılır. İşletmelerin kâr oranlarını artırmaları, kâr enflasyonuna yol açar. Son dönemde, Türkiye’de böyle bir enflasyonun da yaşandığı ileri sürülmekte.
Maliyet enflasyonu, hammadde fiyatları, ücretler, faiz, vergi gibi üretim maliyetine giren unsurların artışına bağlı olarak söz konusu olur. Türkiye’de bir yandan asgari ücret üzerinden ücretlere enflasyonun altında bir artış yaparak, diğer yandan kur fiyatlarının ve yakın zamana kadar faiz oranlarının artışına müdahale edilerek üretim enflasyonu olabildiği ölçüde baskılandı. Faiz oranlarında artış, Ağustos 2023 sonundan itibaren başladı.
Kamu enflasyonu da mevcut
(iii)Talep enflasyonu, ‘tüketim enflasyonu, yatırım enflasyonu ve kamu enflasyonu’ şeklinde karşımıza çıkar. Talep enflasyonu ile mücadelede en başta faizleri artırmak ve piyasadaki nakit parayı azaltmak gerekir. Ayrıca teorik olarak, tüketim enflasyonunu azaltmak için gelir vergisini artırmak, yatırım enflasyonunu azaltmak için kazanç üzerinden alınan vergileri artırmak, kamu enflasyonu bastırmak için ise kamu harcamalarını azaltmak gerekir. Türkiye’de tüketim enflasyonu ve belli ölçüde kamu enflasyonu da mevcut.
Türkiye’de hem bütçe açığını karşılamak hem de tüketimi azaltmak üzere vergi yoğun şekilde kullanıldı ve kullanılmaya da devam ediliyor. Geçtiğimiz yıl kurumlar vergisi genel oranı yüzde 20’den yüzde 25’e yükseltildi. Uygulanan enflasyon düzeltmesi yöntemiyle, bilanço esasına tabi işletmelerin gelir vergisi ve kurumlar vergisi 2024’den itibaren gizli bir şekilde artırıldı. Değerli konut vergisine tabi konutları belirleyen bina vergi değeri yeniden değerleme oranının yarısı oranında artırılarak, değerli konut vergisine tabi konut sayısı artırıldı. Ama 2023’de geniş kesimleri etkileyen artışlar esas itibariyle dolaylı vergilerde yapıldı. KDV genel oranı yüzde 18’den yüzde 20’ye, yüzde 8 indirimli KDV oranı ise yüzde 10’a çıkartıldı.
Tüketime olumsuz etki eder
ÖTV’de I sayılı listede yer alan mallar (akaryakıt, doğal gaz, LPG, bazı çözücü ve yağlar) üzerindeki ÖTV tutarının her altı ayda bir YÜFE oranında kendiliğinden artması ve Cumhurbaşkanı’nın bu mallar üzerindeki ÖTV tutarını, en yüksek maktu vergi tutarının beş katına kadar artırabilmesi kabul edildi. Böyle bir otomatik artış, ÖTV III sayılı listedeki mallar (içecekler ve tütün mamulleri) için zaten vardı. Ayrıca, tüketici kredileri üzerindeki banka ve sigorta muameleleri vergisi ile harçlar artırıldı. Şans oyunları hasılatı üzerinden alınan verginin oranları da önce artırılıp, 2024 başından itibaren tekrar eski rakamlarına indirildi.
KDV ve ÖTV artışı tüketime olumsuz etki eder. Dar ve orta gelirlilerin geliri enflasyon oranında artmazken dolaylı vergilerin artırılması, onların tüketimlerini azaltmalarına yol açar. Nitekim, TÜİK verilerine göre hizmet, perakende ticaret ve inşaat sektörlerinde Ocak 2024’teki tüketici güven endeksi, Ocak 2023’teki oranlarının altında; perakende ticaret sektöründe geçtiğimiz yıla göre 10 puandan fazla azalma var. Ancak, KDV ve ÖTV mal ve hizmetin maliyetine giren unsurlar olduğundan, maliyet enflasyonuna yol açarlar. Çünkü, tüketim konusu mal ve hizmetin fiyatı arttıkça, fiyat üzerinden hesaplanan KDV ve ÖTV de artar. Özellikle de akaryakıt, doğal gaz ve LPG’deki her artışın her türlü mal ve hizmetin maliyet fiyatını etkilediği düşünüldüğünde, enflasyonla mücadelede dolaylı vergileri artırmak tehlikeli bir araçtır.
Türkiye’de hem para miktarı, hem arz, hem de talep enflasyonun unsurları mevcut. Dolayısıyla, açıkladığım bilgiler ışığında enflasyonla mücadele nasıl bir vergi politikası olmalı sorunuzun cevabı, (i) KDV oranlarını eski haline getirmek, (ii) özellikle I sayılı listede yer alan mallar üzerindeki ÖTV miktarında dövizdeki artışın ötesinde artış yapmamak ve (iii) sadece üst gelir ve kazanç grubunu etkileyecek şekilde gelir vergisi ve kurumlar vergisini artırmaktır.
Aşırı kazanç vergisi
Bu sonuncusu, çok yüksek tutarda gelir ve kazanca sahip kişi ve kurumlar için ‘aşırı kazanç vergisi’ gibi geçici bir vergi yoluyla yapılabileceği gibi mevcut sistem içindeki kurallarda değişiklik yoluyla da gerçekleştirilebilir. Halen beş basamaklı olup yüzde 40’ta sona eren gelir vergisi tarifesine yüzde 45’lik orana tabi yeni bir dilim eklenip, kurumlar vergisinde ise iki basamaklı bir artan oranlı tarifeye geçilerek bu üst gelir ve kazanç grubu kapsanabilir. Üstelik böyle bir çözüm, vergi yükünün toplumda mevcut şartlar içinde en adil şekilde dağıtılmasını da sağlayacaktır.
Ben, içinde bulunduğumuz durumdan çıkış yolunu, üretimi ve böylece istihdamı artıracak bir politika merkezinde, para politikası ve maliye politikası araçlarının bir bütün olarak, birbirini tamamlayıcı şekilde kullanılmasında görüyorum. Vergi politikası, enflasyonla mücadelede tek başına işe yaramaz.
Özellikle talep enflasyonu ile mücadele ederken işletmelere zarar vermemeye özen göstermek gerekir. Üretimin ve istihdamın devamı ve artması için işletmelerin mal ve hizmetlerini satabilmeleri gerekir. Hükümet, ihracatı teşvik edici önlemler alıyor. Ancak, tek başına ihracat ile sonuca ulaşılamaz. İhracat zincirinde yer almayan çok sayıda işletme var. Bu nedenle sağlıklı işletmelerin desteklenmesi önemlidir. Türkiye’de kamunun ‘itibar harcamaları’ şeklinde nitelendirilen gereksiz harcamalarının yanı sıra seçimler nedeniyle de büyük tutarlarda harcama yaptığı görülüyor. Burada atılacak dikkatli adımlarla ihtiyaç duyulan kaynak yaratılabilir. Böylece istihdam korunup artırılabilir, ekonomi sağlıklı işler ve tüm bunların sonucunda hem hane halklarının geliri, hem işletmelerin kazancı, hem de devletin vergi geliri artar.
KDV’nin yüzde 20’ye yükseltilmesine rağmen bütçe 1,3 trilyon TL açık verdi. 2024’te 2,5 trilyon TL civarında açık bekleniyor. Bu durum sürdürülebilir mi?
Tabii ki sürdürülemez. Bütçe açığının kapatılması gerekir. Ama, önümüzde yerel seçimlerin olması, bu açığı daha artıracaktır. Geçmişteki deneyimler bunu gösteriyor. Burada soru, hükümetin bütçe açığını kapatmak için hangi aracı kullanacağı: Yeni vergi ve/veya vergi artışı mı, özelleştirme mi, borçlanma mı, kamu harcamalarında tasarruf mu, başka araçlar mı? Görüşümce, özellikle dolaylı vergiler ile -mali gücü çok yüksek kesim dışında kalan – kişi ve işletme gelirleri üzerinden alınan gelir vergisi ve kurumlar vergisinde artışından uzak durulması gerekir.
Yüksek enflasyon gelir ve kazancı silip süpürmüşken, yeni vergi artışları hem ekonomiyi iyice darboğaza sürükler, hem de kayıt dışılığı artırır. Diğer yandan, Maliye biliminde vergi oranları ile vergi geliri arasındaki ilişkiyi gösteren ‘Laffer’ eğrisi denilen bir grafik var. Buna göre belli bir noktadan sonra vergi oranlarının artırılması, devletin vergi gelirlerini azaltır. Bizim bu noktadan çok uzak olmadığımızı düşünüyorum. Burada, en makul araçlar, kamu harcamalarında tasarrufa gitmek ve kayıt dışılığı önlemektir. Bu şekilde, oldukça anlamlı bir kaynak yaratılacağını düşünüyorum.
KDV’nin azaltılması ve verginin tabana yayılması mümkün mü?
KDV zaten her türlü tüketimden alınan ve mal ya da hizmetin fiyatına dahil edilerek tüketiciye yansıtılan bir vergi olduğundan, tabandan tavana herkesi etkileyen bir vergidir. Ancak, kişinin geliriyle ters orantılı bir ilişki içindedir. A’nın geliri 1000 TL, B’ninki ise 10.000 TL olsa ve her ikisi de 500 TL’lik harcama yapsalar, her ikisinin de cebinden (500 x 20/100 =) 100 TL KDV çıkar. Böylece, A gelirinin yüzde 10’unu KDV olarak öderken, B gelirinin yüzde 1’ini KDV olarak ödemiş olur. Buradaki adaletsizlik açıktır.
Yüzde 20’lik genel KDV oranının azaltılıp azaltılmayacağına gelince; kısa vadede azaltılacağını sanmıyorum. Nitekim, 2024 yılı Merkezi Bütçe Kanunu’na bakıldığında, 2024 yılında dahilde alınan KDV’den 1.670.599.354.000 TL gelir beklendiği ve bunun 2023 yılı ile karşılaştırıldığında yüzde 76,8 oranında bir artışa tekabül ettiği görülüyor. Dolayısıyla, 2024 yılında azalış beklememek gerek. Hatta, eğer devlet yetkililerinin açıkladıkları 2024 enflasyon hedefleri samimiyse, belli ki hükümet ya daha fazla tüketim olacağını düşünüyor ya da KDV oranlarında yeni bir artış planlıyor. İyimser bir yaklaşımla yaklaşan yerel seçimler, turizmde istenen hedeflere ulaşılması gibi nedenlerle ilkini, yani daha fazla tüketim olmasını umuyorum.
KDV oldukça sağlam ve hızlı bir gelir kaynağı
KDV’de azaltmaya gidilmemesinin ise iki temel nedeni var: Birincisi, yüksek bir bütçe açığı var, bunu kapatmak için ise kamu gelirine ihtiyaç var. KDV oldukça sağlam ve hızlı bir gelir kaynağı. Çünkü; yaşamın, işin, mesleğin sürdürülebilmesi için sürekli mal ve hizmet satın alınması zorunlu ve tüketiciden alınan KDV hemen ertesi ay Hazine’ye giriyor. İkinci neden ise ilkiyle çelişki içinde olmakla birlikte, başta da belirttiğim üzere hükümetin vergileri talep enflasyonunu önlemek üzere kullanıyor olması.
Geliriniz ne kadar az, buna karşılık talep ettiğiniz mal veya hizmetin fiyatı ne kadar yüksekse, tüketiminiz o kadar azalır. Mevcut şartlarda dar ve orta gelirli tüketimini azaltıyor ve muhtemelen kayıt dışı mal ve hizmetlere yöneliyor. Ancak, ne olursa olsun tüketimin bir kısmı kayıt içinde kalıyor. Neticede kimse tüketimini sıfıra indiremeyeceği için hem kayıtlı ekonomi belli ölçüde dönüyor hem de anlamlı bir KDV geliri elde ediliyor. Ayrıca, turist ve yabancılar tarafından yapılan harcamalar nedeniyle de tahsil edilen KDV var.