Bazı şeyleri zamanla fark ediyoruz. Yağmurun toprağı beslerken aynı anda bizde bir dinginlik yarattığını, rüzgârın yön değiştirince yalnızca hava akımını değil, düşünce yönünü de dönüştürebildiğini… Doğayla kurduğumuz ilişkinin, onu tek boyutlu bir kaynak olarak tüketmekten öte, karmaşık ve karşılıklı etkileşimli bir sistem olarak anlamlandırmak gerektiğini… Hangi hızda üretirsek üretelim, toprağın kendi zamanında hasat verdiğini… Ne kadar acelemiz olursa olsun deniz dalgalarının kendi ritminde kıyıya vurduğunu… Kuşların göç yollarını, mevsimlerin dönüşünü durduramayacağımızı… Doğanın, yalnızca varlığımızı sürdürdüğümüz bir zemin olmadığı gerçeğini… Tüm bunlarla doğa, her an yaşamı sürdüren şeyin “denge”, gerçek patronunsa aslında “kendisi” olduğunu anlatıyor bize.
Bugünlerde sürdürülebilirlik hakkında çok fazla şey duyuyoruz. Çoğunlukla teknik bir terim olarak “geri dönüşüm”, “karbon ayak izi”, “enerji verimliliği” gibi kavramlarla kurulan cümlelerde yer alıyor. Konferanslar, eylem planları, karbon nötr hedefler… Ancak gerçek dönüşüm süslü belgelerde değil, gündelik hayatta, küçük ve çoğu zaman gözden kaçan tercihlerde başlıyor. Bazen dönüşüm, bir aracın motorundan sağlanan enerji tasarrufu değil de, bir budama makasının sapında kullanılan malzeme olabiliyor.
Sürdürülebilirlik, kaynakları tüketmeden çoğaltmayı, doğayla çatışmak yerine onunla uyum içinde var olmayı ve bugünün ihtiyaçlarını, yarının imkanlarını tehlikeye atmadan karşılamayı esas alan bütüncül bir yaşam anlayışını yansıtıyor. Bu yaklaşım, artık yalnızca bireysel olarak bilinçlenmeyle sınırlı kalmayıp, işletmelerde üretim süreçlerinden ürün tasarımına kadar uzanan yapısal bir zihniyet dönüşümünü zorunlu kılıyor. Nesneleri ne kadar uzun ömürlü kullanılır şekilde tasarlıyoruz? Sistemleri ne kadar onarılabilir kılıyoruz? Yaşamı ne kadar “devam ettirilebilir” kılacak şekilde inşa ediyoruz? Sürdürülebilirlik dediğimiz kavram, sadece çevresel bir sorumluluk alanı olmanın ötesinde, insanın doğayla, teknolojiyle ve üretimle kurduğu ilişkinin yeniden tanımlanmasıdır. Ekolojik kaygılardan çok daha fazlasını içerir: Zamanla, emekle ve yaşamı merkeze alan bir varoluş bilincini temsil eder.
Hızın büyüsüne kapılmış bir çağda…
Modern hayat hız üzerine kurulu. Vakit kaybetmek istemiyoruz. Bağda çalışan bir çiftçi, gün içinde binlerce dalı budamak zorunda kalabiliyor. Bu noktada lityum pilli, elektronik makaslar devreye giriyor. Sessiz ve zahmetsizce çalışıyorlar. Daha doğrusu öyle sanıyoruz. Ama doğa bizim hızımıza yetişmeye çalışmıyor. Ve belki de bu yüzden, ona ayak uydurmak yerine, onunla uyum içinde yürümeyi öğrenmemiz gerekiyor. Her yeni batarya, başka bir coğrafyada susuz kalan bir toprağa; her kısa ömürlü elektronik parça, başka bir ülkede büyüyen elektronik atık dağlarına karşılık geliyor. Bu tür ürünlerin tamir edilemezliği ve yedek parça erişiminin zorluğu, hem ekonomik hem de çevresel açıdan sürdürülebilirliğe ters düşüyor. Yani aslında mesele, sadece bir budama makasının fiyatı ya da gücü değil; ona ne kadar ömür biçtiğimiz, ona nasıl baktığımız ve o makasla birlikte doğaya nasıl davrandığımız.
Küresel ısınma, kaynak kıtlığı ve çevresel bozulmanın giderek derinleştiği çağımızda, sürdürülebilirlik artık yalnızca tercihe dayalı bir söylem değil. Dünyamız ve gelecek nesiller için herkesin hayatına samimi ve uygulanabilir şekilde entegre etmesi gereken kaçınılmaz bir gerçeklik. Tüketicilerin çevreye duyarlı markaları tercih etmesi ve yasal düzenlemelerin sıkılaşması, tüm sektörlerde olduğu gibi el aletleri ve tarım ekipmanları sektörünü de köklü bir dönüşüme zorluyor. Budama makasları gibi niş ama hayati bir ürün grubunda bile bu dönüşüm açıkça hissediliyor.
Günümüzde birçok üretici, teknolojinin sunduğu olanaklarla li-ion (lityum-iyon) akülü budama makaslarına yöneliyor. Kısa vadede performans artışı sağlasa da, uzun vadeli etkileri ve çevresel maliyetleri sürdürülebilirlik kavramının yeniden sorgulanmasına yol açıyor. Bu gelişmelerin ortasında, Almanya merkezli Original Löwe, “Nature” adını verdikleri ürün gamıyla doğa dostu üretimin mümkün olduğunu kanıtlıyor.

İnovasyon ve çevresel sorumluluğu birleştiren marka
Almanya dendiğinde, akla önce saat gibi işleyen sistemler, mühendislik harikası üretim zincirinden geçmiş ürünler gelir. Ama bu başarı hikâyesinin arkasında sadece teknoloji değil, aynı zamanda doğaya duyulan köklü bir saygı var. Ormanlarını titizlikle koruyan, geri dönüşüm sistemini yaşamın parçası haline getiren, bisikleti bir yaşam biçimi olarak gören bir kültürden söz ediyoruz. Bu anlayışla yola çıkan markalardan biri de Original Löwe. 1923’ten bu yana Almanya’da üretilen budama makaslarıyla tanınan marka, zamanla teknolojinin her evresine tanıklık etti. Original Löwe, hem inovasyonu hem de doğaya olan sorumluluğunu bir araya getirmeyi başaran nadir örneklerden biri.

Şirketin 3. kuşak temsilcisi ve CEO’su Randolph Schröder.
Doğaya yakın, insan eli değmiş gibi: Nature serisi
Original Löwe’nin Nature Serisi, tam da bu yaklaşıma uygun olarak, insana ve doğaya duyarlı bir tasarım anlayışını makasla buluşturuyor. Sap kısmında kullanılan doğal ahşap, sertifikalı ve sürdürülebilir kaynaklardan sağlanıyor. Plastiğin yerini doğallık alıyor; elinize aldığınızda soğuk bir makineden çok, zanaatkâr eli değmiş bir alet hissi veriyor. Ambalajda da aynı özen göze çarpıyor: Sıfır plastik, tamamen geri dönüştürülebilir malzeme. Her yıl üretilen binlerce ürün için düşünüldüğünde ortaya çıkan çevresel katkı oldukça anlamlı bir etkiye dönüşüyor. Serinin en etkileyici özelliği ise, kolayca sökülüp takılabilen parçalarıyla uzun ömürlü ve tamir edilebilir olması. Hani derler ya, “Bir aleti kaliteli yapan, sadece işini iyi yapması değil, gerektiğinde kolayca onarılabilmesidir.” Nature Serisi tam da bunu sağlıyor. Çünkü sürdürülebilirlik, “kullan-at” değil, “kullan-devam et” demeyi gerektiriyor. Elektronik hiçbir bileşen içermemesi, onu sadece doğa dostu yapmakla kalmıyor, aynı zamanda sessiz bir iş arkadaşı da oluyor.
Küçük değişiklikler, büyük dönüşümler
Bir budama makasıyla dünyayı kurtarmak elbette mümkün değil. Ama doğayla uyumlu yaşamak dediğimiz şey, zaten böyle küçük farkındalıklarla başlıyor. Herhangi bir dalı keserken, o ağacın yıllar içinde nasıl büyüdüğünü, içinden geçen suyu, dalına konan kuşu, gövdesinde saklanan böceği düşünüyorsanız, işte o zaman gerçek anlamda doğayla bağ kurmuşsunuz demektir. Doğa ile kurduğumuz ilişki, büyük vaatlerden değil, küçük ama bilinçli adımlardan geçiyor. Original Löwe‘nin Nature Serisi, “teknoloji varsa sürdürülebilirlik olamaz” anlayışını tersine çeviriyor. Çünkü mesele, teknoloji kullanmak ya da kullanmamak değil; mesele, teknolojiyi nasıl kullandığımız. Bir budama makasının biçimi, malzemesi, sesi ve hatta kutusu, bizi doğaya biraz daha yakınlaştırabilir. Üretici firmanın değerleri, kullanıcının seçimleri ile birleştiğinde, belki de bir meyve ağacının çürümüş dalını keserken bile dünyaya bir iyilik yapılabilir.
