Geçtiğimiz mart ayında politika faizini yüzde 50’ye çıkaran Merkez Bankası Para Politikası Kurulu, geçen hafta yapılan toplantısında da bu oranı değiştirmeyerek üst üste yedinci kez pas geçmiş oldu. Toplantı karar metninde de belirtildiği üzere aylık enflasyon oranlarının umulan seviyelere inmemiş olması TCMB’yi sıkı para politikasını sürdürmeye mecbur bırakıyor.
Son faiz kararı sonrasında yazılı basında uzunca bir süredir görmediğimiz – ama 2021 yılında yaşananları hatırlatan – homurdanmalar başladı. Politika faizinin sabit tutulmasıyla birlikte, kredi maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle zorlanan ve üretimi durma noktasına gelen sanayicilerin beklentilerinin karşılanmadığı dile getirildi.
Doğrusunu söylemek gerekirse, yüzde 50 gerçekten de çok yüksek bir faiz oranı ve bu düzeydeki bir faiz oranının geçerli olduğu bir ülkede sürdürülebilir ekonomik büyümenin sağlanması imkansıza yakın. Neden böyle olduğunu şu an piyasada geçerli olan kredi faiz oranlarına ve kredi büyümesi verilerine bakarak daha kolay anlayabiliriz. Son aylardaki hafif gevşemeye rağmen ortalama ticari kredi faizi yüzde 60 civarında ve bu da ekonomik aktiviteye üretim tarafından sekte vuruyor.
Piyasa faizleri aşırı yüksek olduğunda kredi kullanımının azalması beklenir, ki güncel veriler de bu beklentiyle uyumlu. Bloomberg HT’nin hazırladığı aşağıdaki grafikte görüldüğü üzere ticari kredilerin yıllıklandırılmış büyüme oranı yüzde 20’lere inmiş durumda. Halen yüzde 50’ye yakın olan enflasyonu hesaba katarsak, kredi kullanımında reel anlamda bir azalma söz konusu.
Yüksek faiz ortamının ticaret ve üretim bağlamında yol açtığı olumsuzluklar son dönemde kurulan ve kapanan şirket sayılarında da görülebiliyor. TOBB’un yayınladığı verilere göre bu yılın ilk 9 ayında kurulan şirket sayısı geçen yıla göre yüzde 13 azalırken, kapanan şirket sayısı yüzde 23 artmış. Kapanan şirketler toptan ve perakende ticaret, tekstil, hazır giyim ve inşaat sektörlerinde yoğunlaşıyor.
Bilkent Üniversitesi’nden Prof. Hakan Kara’nın “ekonomi yavaşlıyor ama yanlış yerden yavaşlıyor” yorumunu ekleyerek paylaştığı aşağıdaki grafikte de sanayi üretimindeki gidişatın hiç de parlak olmadığını görebiliyoruz. Ama ilginç bir şekilde hanehalkı tüketimi artmaya devam ediyor. Prof. Kara bunu gelir dağılımının bozuk olmasına ve yüksek enflasyon beklentisinin kırılmamış olmasına bağlıyor. Yani varlıklı kesimler faizler yüksek olsa da tüketim yapmakta zorlanmazken, normal vatandaşlar da fiyatların yakın gelecekte daha da yükseleceği beklentisiyle tüketimlerini öne çekiyor.
Faizlerin yüksek olması elbette tercih edilecek bir durum değil, ama bugün olanları önceden öngörmek ve ona göre hareket etmek gerekiyordu. Seçim tarihine endeksli olan ve bir gün, bir yerde patlayacağı kesin olan ultra-düşük faiz politikasına destek veren kesimlerin de itiraz edenlerin tarafında yer alması, daha güçlü bir toplumsal muhalefet oluşması gerekiyordu.
Eğer bu itirazlar sonuç verip ‘nas ekonomisi deneyi’nin uygulamaya geçmesi engellenebilseydi ya da en azından daha kısa sürmesi sağlanabilseydi, bu ‘Türkiye vakası’ Nobel ödüllü Prof. Daron Acemoğlu’nun akademik çalışmalarında güçlü bir kurumsal yapının önemine dair verilen olumlu örnekler arasında yer alabilirdi. Kısmet değilmiş, belki bir dahaki sefere bunu başarabiliriz.
Cem Başlevent’in tüm yazıları için tıklayınız.
1973 İstanbul doğumlu olan Prof. Dr. Cem Başlevent, ekonomi alanındaki yüksek lisans ve doktora derecelerini Boğaziçi Üniversitesi'nde almıştır. 2000-2023 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde çalışan Başlevent, halen İstanbul Kültür Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Akademik çalışmaları bireylerin işgücüne katılımı, politik tercihleri, yaşam memnuniyeti gibi konuları kapsamaktadır.