Avrupa’da aşırı sağın yükselişi iklim politikalarını nasıl etkiliyor?

Seçim kampanyası sürecinde iklim değişikliği şüpheciliğini gündemde tutan aşırı sağ partilerin oylarını artırması, Avrupa Birliği iklim politikalarının geleceği konusunda endişe yarattı. Ancak uzmanlar, sağa kaymaya karşın merkezin tutunduğuna dikkat çekiyorlar. Seçim öncesinde Almanya, Fransa ve Polonya’da yapılan bir çalışma ise Avrupa’da ‘iklim yorgunluğu’ yaşandığına ilişkin iddiaların gerçeği yansıtmadığına işaret ediyor. Çalışmanın sonuçlarına göre üç ülkede de vatandaşların çoğunluğu, iklim değişikliği konusunda endişeli ve güçlü iklim politikalarını destekliyor. İklim değişikliğine şüpheci yaklaşan azınlık ise aşırı sağ parti destekçileri tarafından domine ediliyor. 

Konuk Yazar

Jannik Jansen

Jannik Jansen

27 ülkede 185 milyon seçmenin katılım gösterdiği Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde aşırı sağ partiler önemli kazanımlar elde etti. Bununla birlikte, meclis dağılımında önemli bir değişiklik gerçekleşmedi; merkez her ne kadar sağa kaydıysa da tutunmayı başardı. 

Seçim sürecinde aşırı sağ partilerin önemli gündem maddelerinden biri, iklim politikalarıydı. Avrupa kamuoyunda ‘iklim yorgunluğu’ olduğu anlatısı, sıklıkla dile getirildi. Ancak Almanya, Fransa ve Polonya’da 15 bin kişiyle görüşülerek yapılan bir çalışmaya göre bu ‘yorgunluk’, aşırı sağ parti seçmenleri ile sınırlı. Her üç ülkede de vatandaşların çoğunluğu, iklim değişikliğinin olumsuz etkileri konusunda endişeli ve güçlü iklim politikalarının devam etmesi gerektiğini düşünüyorlar. 

Ülkelerin üçünde de iklim politikalarına daha şüpheci yaklaşan önemli bir azınlık bulunuyor ve bu grup, aşırı sağ parti destekçileri tarafından domine ediliyor. Ancak iklim şüphecilerinin sayısı yıllar içinde artmıyor, aksine nispeten sabit kalıyor. 

Uzmanlar, seçim sonuçlarının Avrupa Birliği iklim politikalarını karmaşıklaştırabileceğini, ancak önemli bir gerileme yaratmayacağını düşünüyor. Ortaya çıkan yeni duruma merkez sağ ve liberal partilerin nasıl tepki vereceği önem taşıyor. Bu partilerin güçlü iklim hedeflerine muhalefet etmesi, hem kendi seçmenlerini yanlış okudukları anlamına gelir hem de yanıt vermeye çalıştıkları ‘iklim yorgunluğu’nu tetikleyebilir. 

Berlin’deki Jacques Delors Centre’da Sosyal Uyum ve Adil Dönüşüm konusunda politika uzmanı olarak görev yapan ve ‘Debunking the Backlash – Uncovering European Voters’ Climate Preferences‘ adlı çalışmanın yazarları arasında bulunan Jannik Jensen’in konuyla ilgili değerlendirmelerini aşağıda paylaşıyoruz: 

Avrupa Parlamentosu’nda merkez, sağa kaydı

Seçimden önceki tartışmalara, Avrupa Parlamentosu’nda aşırı sağa doğru bir kayma yaşanacağı korkusu hakimdi. Şimdi, birçok tahminin kısmen doğru çıktığını söyleyebiliriz. Avrupa Parlamentosu’ndaki aşırı sağ siyasi grupların ikisi de önemli sayıda sandalye kazandı. Öte yandan sağ ve popülist partilerin çoğunlukta olduğunu da görmüyoruz – ki sene başında bu da ihtimal dahilinde görünüyordu. 

Şu an demokratik merkez tutunuyor diyebiliriz. Avrupa Halk Partisi (European People’s Party, EPP), Sosyalistler ve Sosyal Demokratlar (Socialists and Democrats, S&D) ve [liberal çizgideki] Avrupa’yı Yenile’den (Renew Europe) meydana gelen gayri resmi büyük koalisyon hala çoğunluğa sahip. Bu genel olarak iyi bir işaret. Ancak elbette aşırı sağ partilerin çok sayıda sandalye kazanmış olması, önümüzdeki yıllarda gündemi şekillendirecektir. 

Merkezin de biraz daha sağa kaydığını vurgulamak önemli. Örneğin EPP, aşırı sağın bazı temel meselelerini ve söylemlerini benimseyen bir kampanya yürüttü. Dolayısıyla bunun nasıl sonuçlar doğuracağını önümüzdeki yasama döneminde görmemiz gerekecek. Daha sağ politikalar gütmeye devam edecekler mi veya Giorgia Meloni’nin İtalya’nın Kardeşleri Partisi gibi aşırı sağ partiler ile göç veya iklim gibi konular özelinde gayri resmi işbirliğine açık olacaklar mı, bekleyip göreceğiz. 

Aşırı sağ, çiftçi eylemlerinden faydalandı

Avrupa Parlamentosu seçimlerinin kampanya sürecinde, Avrupa kamuoyunda yaygın bir iklim yorgunluğu olduğu anlatısı epey öne çıktı. Biz de bu nedenle ‘Debunking the Backlash’ raporuyla sonuçlanan çalışmayı yaptık. ‘Yeşil ters tepki’ olarak tanımlanan olgunun sahada karşılığı olup olmadığını üç üye ülkenin [Almanya, Fransa ve Polonya] vatandaşlarına sorarak veriler üzerinden incelemek istedik. 

İklim konusu, Fridays for Future iklim protestoları ile Avrupa genelinde zirve yaptığı 2019 yılına kıyasla biraz ivme kaybetti. 2019’daki o durum, Yeşiller’in o dönem Avrupa Parlamentosu’nda çok iyi sonuçlar almasının arkasındaki itici güçtü. Bugün ise farklı bir ortamdayız: Ekonomik koşullar daha zorlu, Avrupa’da bir savaş var ve hayat pahalılığı da arttı. Bu nedenle iklim yorgunluğunun yaygın olduğuna dair anlatı tamamen olasılık dışı değildi; özellikle birkaç Avrupa başkentinde gördüğümüz çiftçi protestoları düşünülürse.

Aşırı sağ da bu protestoları menfaatine kullanma konusunda çok hızlı davrandı; iklim politikalarını, çok yük getiren, vatandaşlar ve çiftçiler için adaletsiz adımlar olarak gösterdi. Nihayetinde hem liberal hem de muhafazakar politikacılar, parlamentoda Yeşil Mutabakat’la ilgili adımları destekleme konusunda çok daha isteksiz hale geldiler. Söylemlerinin, iklim politikalarının ekonomik gerekçeleri üzerinde daha fazla durduğunu gördük. 

Çoğunluk, güçlü iklim politikalarının devam etmesinden yana

Bu çerçevede, üç ülkenin vatandaşlarına, iklim politikalarının devam etmesini mi yoksa azalmasını mı tercih edeceklerini sorduk. Sonuçlarımız, üç ülkede de vatandaşların çoğunluğunun iklim politikalarının devam etmesini desteklediğini gösteriyor. İnsanlar, hem bugün hem de önümüzdeki 5-10 yıl içinde, iklim değişikliğinin kendilerini ve ailelerini olumsuz etkileyeceğinden oldukça endişeliler. Örneğin Fransa’da ankete katılanların yüzde 80’i, ya iklim değişikliğinden şimdiden olumsuz etkilendiklerini ya da önümüzdeki 5-10 yıl içinde olumsuz etkilenmeyi beklediklerini söylediler. Dolayısıyla elimizdeki veriler, güçlü iklim politikalarının daha düşük seviyelerde destek bulduğuna dair varsayımı desteklemiyor. 

Öte yandan, her üç ülkede iklim politikalarına daha şüpheci yaklaşan önemli bir azınlık olduğunu kabul etmek gerekiyor. Bu oran Polonya ve Almanya’da yaklaşık yüzde 30, Fransa’da ise biraz daha az. Bu grubun büyük ölçüde aşırı sağ parti destekçileri tarafından domine edildiğini de vurgulamak önemli. Aşırı sağ partiler, iklim tartışmalarını ideolojik bir savaş alanı olarak görüyor. Bununla birlikte, bizim sonuçlarımızı, yakın zamanda yapılan diğer anketlerle karşılaştırdığımızda, bu grubun artmadığını, aksine nispeten sabit kaldığını görüyoruz. Yani sesi yüksek çıkan bir azınlık söz konusu; üç ülkede de çoğunlukta değiller. 

Seçim sonuçları, AB’nin iklim politikalarını karmaşıklaştırabilir

Bu seçim sonuçlarının Avrupa Birliği düzeyinde iklim politikalarını karmaşıklaştıracağını düşünüyorum. Merkezdeki çoğunluk devam etse de Yeşiller önemli sayıda sandalye kaybetti. Tabii bu kayıplar büyük oranda Almanya ve Fransa’da oldu; bu iki ülkenin orantısız bir etkisi var. Yeşiller başka yerlerde, örneğin Nordik ülkelerde, iyi denebilecek bir performans sergiledi fakat bu şu an çok dikkat çeken bir konu değil. Yeşiller’in aldığı bu sonucun beklenmesinin bir diğer nedeni de, daha önce bahsettiğim gibi, 2019’da ilginin en yüksek seviyede olduğu, yeşil dalganın yaşandığı bir noktadan geliyor olması. 

Diğer yandan, partilerin kampanyalarına baktığımız zaman, demokratik merkezdeki partilerin tamamının manifestolarında Yeşil Mutabakat’a bağlı kalacaklarını söylediklerini görüyoruz – bu önemli bir işaret. Bu EPP için de geçerli. Özellikle Yeşil Mutabakat’ın Ursula von der Leyen’in mirası niteliğinde olduğu düşünüldüğünde, bu alanda geri adım atmanın kendi çıkarına olmayacağı da söylenebilir. 

Buna karşın odak noktasının değişime açık olduğunu düşünüyorum. Bu yasama dönemi, daha ziyade uygulamaya odaklı olacak. Birçok iklim mevzuatı yürürlüğe girdi, şimdi öncelikle, bu politikaların hayata geçirilmesinde olacak. Tabii ki yasama süreçleri her alana eşit bir şekilde odaklanmadı; örneğin tarım alanında daha az gelişme gördük ve siyasi hassasiyetler nedeniyle burada bir şeyler başarmak yine zor olacak. 

İklim politikalarında büyük bir gerileme beklenmiyor

Seçim sonuçlarının gösterdiği bir diğer şey, von der Leyen’in Yeşiller’in desteğine ihtiyaç duyması ihtimali. Aslında kendi koalisyonu çoğunluğa sahip fakat adaylık oylamasında bazı vekillerin çekimser oy kullanması bekleniyor. Bu nedenle Yeşiller’den de destek istemesi muhtemel. Bu da iklim politikalarında büyük ve resmi bir gerileme ihtimalini azaltıyor. Ancak spesifik yasama işlemleri söz konusu olduğunda, önümüzdeki yasama döneminde bazı tartışmalar yaşanması olası. Bunun bir örneği, 2035 yılına kadar içten yanmalı motorlu araba satışlarının sonlandırılması kararı. Bu gibi politikaların gözden geçirilmesi ihtimal dahilinde. 

Bununla birlikte, sanayi politikası ve rekabetçilik konularına daha fazla odaklanılması muhtemel. Bu odak kayması, illa iklim hedeflerine zarar verecek değil; uygulamanın nasıl olacağına bağlı. Üstelik muhafazakar partiler için anlamlı da olabilir. Örneğin bizim anketimizin de gösterdiği bir şey vardı: iklim konusunda kararsız seçmenlerin – yani iklim konularına daha az önem veren liberal veya muhafazakar seçmenlerin – rekabetçilik veya ekonomik güvenlik gibi diğer boyutlara daha güçlü vurgu yapıldığında, iklim politikalarını desteklemeye daha yatkın olduklarını gördük. Dolayısıyla bu talebe yanıt vermek, bu seçmenlerin de desteğini almaya yarayabilir. 

Seçmenlerin çoğunluğu, güçlü iklim politikalarını desteklemeye devam ediyor. Elle tutulur politikalara baktığımızda, destek bulan birçok araç olduğunu görüyoruz. Ancak politikaların içeriği ve tasarımı, seçmenler için önemli. Özellikle liberal ve muhafazakar seçmenler için. Tercihlerini iyi anlamak, bu seçmenleri ikna etmek için önemli. 

Merkez partiler, seçmenlerini iyi okumalı

Son dönemde iklim tartışmalarının giderek politize edildiğini gördük. Aşırı sağ partilerin iklim tartışmalarını bir kültür savaşına dönüştürmeyi ve toplumsal kutuplaşmayı artırmayı net olarak amaçladıklarını düşünüyorum. Bununla birlikte, aşırı sağ partilerin birçok AB ülkesinde tanık olduğumuz yükselişini yalnızca iddia edilen bir iklim reaksiyonuna bağlamak, dar görüşlülük olur. 

Aşırı sağ partilere desteğin artmasının nedenleri çok yönlü ve ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor. Ayrıca yaygın bir yeşil reaksiyon olduğuna dair söylem, bizim verilerimiz tarafından desteklenmiyor. Bunu vurgulamak önemli. 

Son olarak, merkez sağ ve liberal partilerin kendilerini nasıl konumlandırdıkları da önemli. Eğer bu partiler, güçlü iklim hedeflerine muhalefet etmeye başlarlarsa, yalnızca kendi seçmenlerini yanlış okumakla kalmazlar, yanıt vermeye çalıştıkları ‘iklim yorgunluğu’na da sebep olabilirler. 

Aksine, Yeşil Mutabakat’a devam etme yönünde irade belirtilerse, bunun sonuçları konusunda şeffaf davranır ve politikaların tasarımında, seçmen tabanlarının tercihlerine uygun düzenlemeler yaparlarsa, toplum bunu fark edecektir. Dolayısıyla Avrupa’da merkez partilerin, iklim hedeflerinden geri adım atmaksızın iklim politikalarını geliştirme konusunda nasıl bir denge tutturacakları önemli olacak. 

Kaynak Çalışma: Debunking the Backlash – Uncovering European Voters’ Climate Preferences

Yazar hakkında:

Jannik Jansen, Berlin’deki Jacques Delors Centre’da Sosyal Uyum ve Adil Dönüşüm konusunda politika uzmanı olarak görev yapıyor. Çalışmaları, Avrupa Birliği’nin adil bir yeşil dönüşümü nasıl başarabileceğine ve üye ülkelerde ekonomik ve toplumsal uyum üzerine odaklanıyor. Daha önce Almanya’nın Federal Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda çalışma ve sosyal politikalar bölümünde çalışan Jansen, yüksek lisans derecesini yine Almanya’daki Hertie School’dan aldı.

Abone Ol :)
Bildir
guest
0 Yorum
Eski
Yeni Oy
Inline Feedbacks
Tüm yorumlar
Search