“Para ne demek?” diye lafa girdik geçen yazıda. Üzerinden bayağı da zaman geçti, beklettik biraz. Sözün başında diyelim ki sonunda kaynamasın, “af ola”. Kafamda geçen yazıdan kalan mevzuya devam etmek vardı lakin gündemin gerisinde kalmak istemedim. Devrin kazanç kaynaklarını sonuna dek süpürüp, bireysel servetlerini sündürüp bunları sergileyen; köklü bir burjuva kültüründen gelmediği için de önce ayıplanan, sonra yadırganan şimdilerde ise yargılanan kablosuz bilgi aktarımını suistimal eden nevzuhur meşhurların haberleri döndü, dönmekte ve daha da dönecek gibi.
İsme gerek yok, şahıslar herkesin malumu. Bu da yetmiyormuş gibi bir başka fenomenin hakkında da Sülün Osmanvari iddialar mevcut.
Asıl konuya girmeden âdetim olduğu üzere “fenomen”in de ne olduğunu izah edeyim müsaade buyurursanız. Eski Yunan’dan gelen bir ifade, tam hali phainómenon. Sözlük anlamı “görünen şey, somut olan”.
Ancak Platon daha ilginç bir izahat getiriyor:
“Mükemmel ve ebedi olan formların (İdea) geçici, bozuk kopyaları, gerçekte ‘hakikat’ olmayandır.”
Kelimeler hiç yanılmıyor, yanıltmıyor. Gerçekliği meçhul türedi zenginlere addedilen fenomen ne güzel oturuyor değil mi kelimenin anlamını bilince. Sahteler çünkü. Tavırları, halleri, giyimleri, yiyimleri ilimleri, bilimleri ve en önemlisi saadetleri sahte. Hepsi zengin, hepsi ihtiyacına kolay ulaşıyor, normal bir insanın ha deyince elde edemeyeceği şeyleri olduruveriyorlar.
Mutlu görünüyorlar ama, işte aması var. Bir soruyla akıtalım hikâyeyi o vakit.
Gerçekten, ellerindeki bu imkânlar mutlu kılıyor mu onları?
Şahsi cevabım, bilmem… Solon’un cevabı hayır. Neden hayır peki ona bakalım.
Atinalı soylu bir aileden gelir Solon dünyaya MÖ. 640 senesinde. Haliyle iyi de eğitim alır kendisi. Arka arkaya yaşanan tarım krizleri sırasında idare kendisine verilince bir dizi kanun çıkarır.
Hadi işi biraz da güncele bağlayalım: Yapısal reformlar hayata geçirir ve sorunların üstesinden gelir.
Neler yapar? Solon’un çıkardığı kanunlarla: Çiftçinin bütün borçları silinir. Toprağı elinden alınan köylüye toprak dağıtılır.
Borç nedeniyle doğan köleliği kaldırır. Tartı ve ölçülere standart getirir. Zeytinyağından başka zirai ürünlerin ihraç edilmesini yasaklar. Sosyal sınıflara girmeyi soya bağlı olmaktan çıkarıp maddi varlığa bağlayarak, Yunan aristokrasinin doğumdan gelen hakları yerine, idarecilerin ürettikleri yıllık ürün miktarına göre belirlenmesi usulü getirir…
Ölülerin arkasından konuşulmasını, dirilerin ise haklarında kötü konuşulmasını yasaklar. Yani bir yerlerden para bulmak yerine eşit dağılmayan parayı kontrol eder. Bunları hayata geçirdikten sonra elbette kendine iltimas geçmez ve “bir tiran olarak anılmak istemediğini” belirtip on yıllık gönüllü bir sürgüne gider. Ancak, ilk beş yıl içinde Atinalı aristokratlar kanunları işlerine geldiği gibi yorumlayarak kendi çıkarlarına göre davranmaya başlar. Belki de bundan dolayı şu güzel lafı bırakır Solon:
“Kanunlar örümcek ağlarına benzer: Güçsüz ve hafif şeyler ona yakalanır; daha ağır olanlar ise onu parçalayıp geçer.”.
Zaman gelir yerinde durmaz akar geçer. Bu on yıllık sürgününde yolu Anadolu’ya düşer. Vakti gelince anlatılacak hikayesi ile Lydia topraklarına başkent Sardes’e gelir. Malum Sardesliler, para diye andığımız sikkelerin mucididir. Haliyle dert üstü murat üstü bir halde yaşam kurmuşlar efsanelere konu olmuş kralları Kroisos sayesinde. Gerçi biz onu daha çok deyim haline gelmiş Karun adıyla biliriz de özgün adıyla anmaya devam edelim. Kroisos, Sardes yakınlarında akan Gediz nehrinden elde ettiği altınlarla büyük bir servet biriktirmiş ki servet sahibi olan herkesin en büyük arzusu antik çağdan beri değişmez.
Bu serveti göstermek hatta daha doğru ifadesiyle göze sokmak ister. Koskoca Solon gelmiş, ona gösterilmeyecek de ne yapılacak bu servet kasaların içinde?
Solon gelmiş, ağırlanmış, yedirilmiş, içirilirmiş, giydirilip paklanmış nihayetinde Kroisos ile baş başa kalırlar. Zaten bu ana kadar olan her eylem tüm servetin sergilenmesidir, Solon’u evinde hissettirmekten ziyade. Laf lafı açar ve kral ağzındaki baklayı çıkarır:
“Ey yüce akıllı, geniş gönüllü Solon, gördün sahip olduklarımı. Bu gördüklerinden sonra bu dünyada mutlulukta herkesi geride bırakan başka birini daha gördün mü?”
Bu soruyu sormada kendini son derece haklı görmekteydi aslında kral.
Ta Kızılırmak’a dek hakimiyeti altına almış, Yunanlılara diz çöktürmüş, varlık içinde yüzmekteydi Kroisos.
Mutluluğunu varlığa bağlayan Kral’ın beklentisinin tersine Solon:
“Evet, herkesi mutlulukta geride bırakan birini daha önce gördüm” der.
Bu beklenmedik cevap karşısında merakını ve hayal kırıklığını gizleyemeyen Kroisos üstelemiş, “Kimdi o?”
“Tellos diye bir adam vardı zamanında” diye söze başladı Solon, Tellos’un meşhur Atina kentinde yaşadığını, iyi ve soylu çocuklara sahip olmasının yanı sıra torunlarını da gördüğünü, hali vakti yerinde olduğunu ve kentin savunması sırasında ölerek Atinalılar tarafından onurlandırıldığı için en mutlu insan sayılabileceğini söyledi.
Kroisos bu cevabı beğenmedi. Şöhretli ya da zengin bir şehirde doğmuş olmak Tellos’u mutlu yapmaya yetmezdi ona göre, çünkü Sardes’in de hiç şüphesiz Atina’dan aşağı kalır yanı yoktu. Ancak Tellos’un soylu ve erdemli çocuklara sahip olması, hatta torunlarının da sağlık sıhhatle hayat sürdüğünü görmesi önemliydi, zira bu noktada Kroisos’un yaralarından birine parmak basmıştı.
Kroisos’un iki oğlu vardı. Ne var ki bunlardan biri dilsizdi, diğeriyse kısa süre sonra acı bir biçimde ölecekti. Bunları dinlemekten sıkılan Kroisos, Tellos’tan sonra en mutlu kişinin kim olduğunu sordu Solon’un sözünü keserek.
Kral ikincilikten emindi bir bakıma. Bir kez daha yanıldı. Solon ikincilik çelengini Kleobis ve Biton’un başına yerleştiriverdi. Argos soyundan gelen bu kardeşler varlıklı ve güçlü kuvvetlidirler. Anneleri için büyük bir fedakârlık yaparlar ve kadın da tanrılardan oğullarına bir insanın sahip olabileceği en iyi şeyi ister. Bu istek huzurlu bir ölümdü.
Tanrılar daldıkları uykudan uyandırmadı iki kardeşi. Onların anaları adına giriştikleri fedakârlık nedeniyle yaşadıkları toplum onları onurlandırdı. Bu aslında bir insanın yakalayabileceği ayrıcalıklı bir durumdu.
Öldükten sonra onurlandırılmak. Hele anne veya babaya karşı sorumluluklarını yerine getirdikleri için.
Bir türlü istediği cevabı alamaz Kral. O bilgeler bilgesi Solon’dan kendini işaret etmesini beklemektedir.
Siniri bozulan Kroisos, Solon’u mutluluğunu hiçe saymak ve kendisini sıradan adamlardan bile aşağı bulmakla suçlar!
Her kıssanın bir hissesi olacak elbette. Bize yıllar öncesinden seslenen Tarihin Babası Heredotos bu öyküyü bitirirken Solon’un ağzından usturuplu bir ders verir.
Solon, tanrıların aslında insanların mutluluğunu kıskandığını belirterek kişinin hayatı boyunca görmek istemeyeceği birçok şeyi gördüğünü dile getirir.
“Eğer ortalama insan ömrü yetmiş yıl olarak kabul edilirse, hesabıma göre 26.250 güne denk gelir ve bugünlerin her biri diğerinden farklıdır. O halde insan hayatı bir talih meselesinden ibarettir. Kroisos, çok zengin ve birçok ulusa hükmeden bir kral olabilirsin ama hayatının nasıl sonuçlandığını görmedikçe mutlu olup olmadığını söyleyemem. Sadece ve sadece, iyi bir hayat süren ve onu yine güzel bir şekildentamamlayana mutlu insan denilebilir bana göre.
Çünkü Tanrılar zenginliği ve gücü insana yem olarak sunar sonra da çeker alır elinden. Bu ikbal kişiyi ya daha iyi hale getirir ya da bin beter hale sokar.
Hiç kimse tek başına her şeyi elde edemez. Bir şey hep yoksun kalır. Kim ki dünyada her zenginliğe erişir ve dünyadan hoşnut ayrılırsa mutlu insan adını hak eder. Her şeyin sonuna bakmalıdır.”
Bu haliyle bitmez elbette hikaye devam eder de sözü dertop etmek elzem yoksa koca kitap olur bu olay bile kendi başına. Merak edeni Heredotos’a havale edeyim de kendi hissemi çıkarayım bu kıssadan.
Vakur bir şekilde dili tutup işinin en iyisini yapınca elde edilen mutluluk kişiyi zaten doğru yolda tutup her türlü beladan azade kılıyor. Önemli olan kendini bilmek ve bir durum gerçekleşmeden neye dönüşeceğini tahmin etmek.
Talihin ve tanrıların çizdiği kader çizgisi kendi halinde doğru. Serveti hak etmeyenden çekip almasını biliyor. Tarih bilimi de bunun için işe yarıyor.
Okuyup ders almaya…
Hem turist rehberi hem de podcast yayıncısı. 1982 yılında Ege’nin Lydia’ya bakan cenahında dünyaya gelip kadim Anadolu topraklarındaki her kültürün izini sürmeye çalıştı. 1996 yılından itibaren turizmin farklı dallarında ülkeye gelen turistleri hem ağırladı hem de onlara “Medeniyetin Beşiği” Anadolu’dan öyküler anlattı. Rehberlik eğitimini İstanbul Aydın Üniversitesi’nde tamam etti. Tarihte ekonomiyi ilgilendiren olaylara merak sardı. Paranın, medeniyetlerdeki yerini araştırdı. İçindeki merakı heyecanla körükleyen Çalış, 2020 yılından bu yana hem Kulak Uleması adlı podcastin yayıncısı hem de çeşitli makale ve sunumları ile bilgi paylaşımcısı. 2022 yılında yayımlanmış “Gizli Miras İstanbul” adlı kitabın da yazarı olan Hilmi Çalış, Anadolu yollarında rehberlik yapmaya devam ediyor.