Ahmak gelin yengeyi halayığı sanır

Güzel Türkçemizde binlerce yıllık yaşanmışlıkla demlenmiş, tecrübe süzgecinden geçerek günümüze gelmiş çok güzel atasözleri bulunmaktadır. Bunlar bir yönüyle güvenle yaslanılabilecek öğütlerdir aslında. Tüm öykülerde olduğu örnek alma veya ibret almaya yönelik olarak sonraki kuşaklara yol gösterme işlevini görürler.

Ahmak “Aklını gereği gibi kullanamayan, anlama ve kavrama yetenekleri gelişmemiş kimse” anlamına gelmekte olup (Türk Dil Kurumu sözlüğü: https://sozluk.gov.tr/ ) akılsızdan çok farklı bir şeydir. Ahmağın aklı vardır, sadece onu kullanmaya yönelik becerileri gelişmemiştir. Günümüzün en önemli sorunlarından biri de varsayımları anlama, argümanları muhakeme edebilme ve sonuç çıkarabilme becerilerinden oluşmakta olan kritik düşünme becerisinin hızlı değişen dünyaya adapte olmamıza (ayak uydurmamıza) uygun bir hızla gelişememesidir.

Bu beceri okullarda öğretilen bir şey değildir. Elbette öğretilen dersler bu becerinin gelişimine katkıda bulunmaktadır ancak doğrudan kritik düşünmeye yönelik değillerdir. Bu nedenle görüşlerle kanıtlanmış gerçekler ayrıştırılamamakta, öne sürülen düşüncelerin birbirlerine göre üstünlük ve zaafları objektif biçimde değerlendirilememekte, düzgün sonuçlar çıkarılamamakta ve alınan kararlardaki hatalar ciddi sonuçlara yol açmaktadır.

Alanında lider konumlarda yer alan işletmelerin tarih sahnesinden silinmesinin en önemli nedenlerinden biri budur. Aynı durum kişiler arası ilişkilerde de geçerlidir. Çocuklar anne-babalarını ne isterlerse derhal almak, yerine getirmekle yükümlü görevliler olarak görmekte, ilişkiyi iki taraflı görmek, o eve ne tür katkılarının olabileceği (veya olmasının beklenebileceği) akıllarından bile geçmemektedir.

Anne-babalar çocuklarını kendilerinin yapamadıkları şeyleri gerçekleştirebilecek (yansıtma) objeler olarak görmekte, çocukların en küçük başarısızlıklarını veya mutsuzluklarını üstlerine alarak doğrudan müdahale etmek (okula gelip sorunu çocuk adına çözmeye çalışmak) veya çocuğun üstüne giderek onu mutlu etmeye çalışmak spektrumunda tutum ve davranışlarla hareket etmekte, böylelikle aslında çocuğun gelişimini kötü etkilemektedir.

Eşinden göremediği ilgi ve sevgiyi çocuğu ile ikame ederek gidermeye çalışarak onu evlatlıktan çıkarıp eş-sevgili-ilgi objesi konumuna getiren (başka türlü çocuğa neden aşkım, sevgilim vb. diye hitap edilsin ki? Çocuk ve sevgili sınırlarının grileşmemesi daha olabilir) ebeveynlerden hiç bahsetmiyorum bile.

Benzer bir durum iş yerlerinde de geçerlidir. Çalışanlar işin sahibinin katlanmak zorunda olduğu hiçbir risk veya maliyete katlanmamakta (vergi, nakit akışı, tahsilat-ödeme dengesi, işyeri kirası, maaşlar, sabit giderler, piyasa-kur riskleri vb.) ancak kendilerine şirketin ortağı gibi davranılmasını, her türlü hakkın kendi lehlerine kullandırılmasını, şişkin ücretler ve primler ödenmesini beklemektedirler.

Yöneticiler kendilerine işletme tarafından teslim edilen yetki ve otoriteyi bir süre sonra kendilerine mal etmekte gerek iç gerekse dış paydaşlara karşı “Pargalı İbrahim/Nizamülmülk” kesilmekte, güç savaşlarına girişmektedir. Yetkili kurumlarla kişiler arasındaki ilişkiler de bu kuralı bozmamaktadır. Bireyler otoritelerin her türlü sorunlarını çözmesini, alt yapı vb. en iyi şekilde yapmasını, sağlık, eğitim, hukuk sistemlerini kurmasını ve yürütmesini talep etmekte, ancak iş vergilerini ödeme, kanun ve kurallara uyma, altyapıyı düzgün kullanma, sistemleri istismar etmemeye geldiğinde gerekeni yapmamak için bin bir bahane bulunmakta, çoğunlukla “elektrikler kesikti ödevimi yapamadım”, “bir kereden bir şey olmaz”, “ben yapılması gerektiğini bilmiyordum”, “idare ediver” minvalinde savunmalar yapılmaktadır.

Tabii bu örneklerin tam tersi de geçerlidir. Bir başka deyişle ilişkide daha güçlü olan taraflar da durumu kendi avantajlarına kullanmaya çalışarak diğerlerini sömürme peşine düşebilmektedir.

Yazının başlığı ne anlama gelmektedir? “Ahmak kimse kendisini koruyup gözeten kişiye hizmetine verilmiş biri gözüyle bakar ve saygısız davranışlarıyla onun gönlünü kırarak hizmetinden yoksun kalır” (Türk Dil Kurumu sözlüğü: https://sozluk.gov.tr/ ).

Peki yazının ana fikri nedir?

Tarkovski’ye sormuşlar: Üstat bu filmdeki imgelemlerle ne anlatmak istediniz?

Yönetmen yanıtlamış: Filmlerimde imgelem kullanmam… Ne görüyorsanız odur 🙂

İyi haftalar dileklerimle.

1972 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden mezun olduktan sonra aynı üniversitede Personel Yönetimi alanında yüksek lisans yaptı, akabinde Yeditepe Üniversitesi'nde İngilizce İşletme Doktora programını tamamladı. İnsan Kaynakları Yönetimi alanında çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren ulusal ve uluslararası kuruluşlarda 30 yılın üzerinde görev yaptı. Çalışmalarına danışman, akademisyen ve eğitmen olarak devam etmektedir.

Abone Ol :)
Bildir
guest
0 Yorum
Eski
Yeni Oy
Inline Feedbacks
Tüm yorumlar
Search