Kurumsal sürdürülebilirlikten ne anlamalıyız? 

Herkese merhabalar, bundan böyle belirli aralıklarla bu mecra üzerinden sizlerle iletişim alanına dair paylaşımlarda bulunacağım. İlk yazımın konusu ise son yıllarda herkesin dilinde ve gündeminde olan sürdürülebilirlik kavramı.

Öncelikle sürdürülebilirlik kavramının temelinin sürdürülebilir kalkınma ile ilişkili olduğunu belirtmekte fayda var. 

Sürdürülebilir kalkınma kavramından ilk kez Brundtland Komisyonu olarak bilinen Birleşmiş Milletler Çevre ve Gelişim Komisyonu’nda, “Our Common Future” (Ortak Geleceğimiz) başlıklı raporda bahsedilmiş ve kavram, “kaynaklardan faydalanma, yatırımın yönlendirilmesi, teknolojik gelişimin yönelimin ve kurumsal değişimin hepsinin bir arada uyum içinde olduğu, güncel ve gelecekteki potansiyel insan ihtiyaçlarını ve isteklerini yerine getirilmesinin iyileştirileceği değişim süreci” olarak açıklanmıştır (United Nations, 1984).

Birçok farklı platformda kurumsal sürdürülebilirlikten bahsedildiğinde direkt “çevreyi koruyarak gelecek nesillere bırakmak” olarak yanlış bir tanım yapılmaktadır. Ancak yukarıdaki tanımda da gördüğünüz gibi kavramın temelinde sadece çevreyi korumak yatmamaktadır. Elbette yıllar içerisinde çokça tanım yapılmıştır. Ancak en kapsayıcı olduğunu düşündüğüm tanıma göre “kurumsal sürdürülebilirlik örgütlerin ekonomik, çevresel ve sosyal boyutları kendi iş süreçlerindeki kararlarla birleştirerek örgüt için uzun dönemli değeri yaratan bir kavram olarak düşünülmektedir” (Benn & Bolton, 2013: 63-64).

Gelecek nesillere sağlıklı bir ekonomik toplumsal ve doğal çevre bırakmak, kurumsal sürdürülebilirliğin en önemli amaçlarındandır. İşte bu nedenle kurumsal sürdürülebilirliğin çalıştığı alanlar çok geniştir. Çevre ise bu alanlardan sadece biridir. 

Biraz daha detayına inecek olursak Birleşmiş Milletler’in sürdürülebilir kalkınma alanında belirlediği başlıkların kurumsal sürdürülebilirliğin kapsadığı alanlara yönelik ipucu verdiğini görebiliriz. Fakirlik, yönetişim, sağlık, eğitim, nüfus, doğal tehlikeler, atmosfer, kara, okyanuslar denizler kıyılar, tatlısu, biyolojik çeşitlilik, ekonomik gelişme, küresel ekonomik iş birliği, tüketim ve üretim modelleri konuları bu alanda öne çıkan konular olarak belirlenmiştir. Nitekim 2015 yılında açıklanan küresel kalkınma hedefleri de bu alanlar temel alınarak oluşturuldu.

Kurumsal sürdürülebilirlik 3 boyutlu yaklaşımla ele alındığında kurumların ekonomik, çevresel ve sosyal alanlardaki konulara bütüncül bir şekilde yaklaşmaları gerektiği söylenebilir. Buradan yola çıkarak gerçekleştirilen faaliyetlerin de niteliğinin önemli olduğu aşikâr. Günümüzde halen bazı tek seferli hayırseverlik faaliyetlerini kurumsal sosyal sorumluluk ve kurumsal sürdürülebilirlik olarak değerlendiren kurumlar var. Kurumların bu tür faaliyetleri gerçekleştirirken daha fazla stratejik olmaları, kavramın cazibesini kısa süreli işler için tüketmemeleri beklenir.

Tabii ki iyi şeyler de oluyor. Geçtiğimiz haftalarda düzenlenen Sustainable Brands Turkey etkinliği Türkiye’de markaların ve kurumların sürdürülebilirlik konusunda yol kat ettiğini gösteriyor. Yine kurumsal sürdürülebilirlik raporlaması yapan kurumların da sayısı giderek artıyor. Bu gibi olumlu gelişmeler ülkemiz için değerli olmakla birlikte halen birçok kurum ve marka tarafından kavram, iş hayatındaki salt “popüler ve trend” olanın peşinde koşalım mantığıyla hızlı tüketim nesnesine dönüştürülüyor. Hal böyle olunca kurum ve markalar, faaliyet ve hizmetleriyle hedef kitleleri nezdinde gerçekliğini yitirmiş bir söylemden öteye geçemiyor. Halbuki derinlikli, uzun yıllara yayılmış bir sürdürülebilirlik iletişim stratejisi ile kalplere ve zihinlere dokunan anlamlı sürdürülebilir marka hikayeleri yazmak mümkün…

Elbette bu alanlarda yazan, çizen ve çalışan düşünürler olarak bizler de daha fazla farkındalık oluşturmak için çalışıyoruz ve çalışmaya da devam edeceğiz. 

Özetle daha gidecek çok yolumuz, motivasyonumuzu diri tutmak için ise çok sebebimiz var…

Gelecekteki birçok yazıda bu konuyu yine tartışmak dileğiyle…

İletişim bilimleri alanında kamu diplomasisi konulu ilk doktora tezi olan “Uluslararası Halkla İlişkiler Yöntemi Olarak Kamu Diplomasisi: Türkiye İçin Bir Model Önerisi” başlıklı tezini Marmara Ünviersitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde 2012 yılında savunarak doktor ünvanını almıştır. Halen Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Anabilim Dalı’nda doçent olarak görev yapan Aslı Sancar Demren’in “Kamu Diplomasisi ve Uluslararası Halkla İlişkiler” ve “Kurumsal İletişim Bağlamında Kurumsal Sürdürülebilirlik İletişimi” isimli kitapları ile editörlüğünü yürüttüğü “Kamu Diplomasisinde Yeni Yaklaşımlar ve Örnekler”  ve “Kurumların Yeni İletişim Biçimleri” isimli kitapları bulunmaktadır. Sancar Demren, kamu diplomasisi, halkla ilişkiler, kurumsal iletişim ve kurumsal sürdürülebilirlik alanlarında çalışmaktadır.

Abone Ol :)
Bildir
guest
0 Yorum
Eski
Yeni Oy
Inline Feedbacks
Tüm yorumlar
Search