Özel emeklilik sisteminin riskleri neler? Prof. Dr. Adem Yavuz Elveren anlattı

İktisatçı Prof. Dr. Adem Yavuz Elveren, gündemde yer alan Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi üzerine tclira.com‘a değerlendirmelerde bulundu. Kamu emeklilik sisteminin devam etmesi gerektiğini vurgulayan Elveren, özel emeklilik sistemlerindeki riskleri de ayrıntılarıyla belirtti. Elveren’in emeklilik sistemleri hakkındaki açıklamalarının tamamı şu şekilde:

Türkiye’deki emeklilik sistemi iki parçalı: Asli unsuru kamu emeklilik sistemi. Belli bir yaş ve çalışma günü koşullarını sağlayan çalışanlar çalışma hayatları boyunca ödedikleri prim karşılığında belli bir emeklilik geliri elde ediyorlar. İkinci ayak ise bireysel emeklilik sistemi. Bu sistemde insanlar tamamen gönüllülük esasına göre gelirlerinin diledikleri bir oranında tasarruf yapıyorlar ve bu paralar kendi adlarına açılan hesaplarda yatırıma dönüştürülüyor ve ek bir emeklilik geliri elde ediyorlar. 

Türkiye’deki emeklilik sisteminin sorunlarına ilişkin yapılan tartışmalardaki en büyük sorun, asıl sorunun asıl mesenin dışında bir tartışma çerçevesi oluşturulması. Şunu demek istiyorum, asıl tartışılması gereken konunun hiç dikkate alınmaması ve sorunun “teknik bir çerçeve içine sıkıştırılması.”

Bu çok ciddi bir manipülasyon çünkü siz “aktif/pasif oranı” ya da “aktüeryal dengeler” gibi laflar ettiğinizde aslında kamu emeklilik sisteminin en temel unsurunu tartışmıyorsunuz. Aktüeryal denge, çalışan nüfusun sigorta primi ve katkı paylarının kişilerin hayatta kalma beklentileri doğrultusunda emeklilere ödenecek emeklilik gelirlerini karşılayabilmesidir. Kamu emeklilik sistemi sosyal güvenlik sisteminin en temel parçası. Ve adı üzerinde sosyal bir sistem ve bu şekilde kalmak zorunda.

İnsana yakışır bir emeklilik geliri

İkinci konu, sosyal bir sistem olduğu için doğası gereği asıl amacı da geliri, yoksullar ve çalışanlar lehine yeniden dağıtmak. Dolayısıyla, aktüeryal dengelerden önce sisteminin bu en temel varlık nedenini yerine getirip getiremediğine bakmak lazım. Yani devlet çalışanlarına insana yakışır bir emeklilik geliri sunabiliyor mu? Bu konuda hemen akla gelen ilk itiraz ama işte “sistem krizde, toplanan primler emeklilik gelirlerini karşılamaya yetmiyor” demek oluyor. Oysa kendini solda ve muhalif gören çok değerli iktisatçıların da bence gözden kaçırdığı nokta şu ki, devlet emeklilik sisteminde gerekirse bütçe açığını sürdürerek kamu emeklilik sistemini devam ettirmeli, bu refah devletinin asli unsuru çünkü.  

Sorun tamamen devletin kaynaklarının nasıl ve kimler için kullanılacağı sorunu. Sınıfsal bir sorun ve aslında bu kamu emeklilik sistemine yapılan saldırıların arkasındaki mesele özel sektöre daha çok kaynak yaratmak ve çalışanların haklarına, birikimlerine işte bu aktüeryal denge yalanları ile konmak.

Aktüeryal denge sihirli bir kavram, bunu kullanınca siz ayrı bir yerde konumlanıyorsunuz. Size bir dokunulmazlık zırhı veriyor. Hem “sıradan” vatandaş karşısında hem (ki daha önemlisi) sizle hemfikir olmayan iktisatçılar karşısında bile. Sonuçta bu bir bölüşüm meselesi kaynakların nasıl kullanıldığı ile ilgili bir mesele ama o kavramlarla konuşunca sanki tamamen teknik bir sorunmuş gibi düşünülüyor. 

Tartışmalar çok eskiye dayanıyor

Mesele neden ideolojik? Çünkü örneğin ABD’de de bu tartışmalar ısıtılıp ısıtılıp masaya konuyor. Kamu emeklilik sisteminin iflas etmek üzere olduğu, çözümün özel emeklilik olduğu ifade ediliyor. Son 40-50 yıldır tartışılan bu, evet 40-50 yıldır! Dolayısıyla aslında Türkiye’deki tartışmaların da mazisi çok eski.

Sosyal güvenlik sistemlerinin piyasa odaklı özel emeklilik sistemlerine dönüştürme planı Dünya Bankası (DB) tarafından hem ABD’ye hem de diğer ülkelere empoze edilmeye çalışıldı. Yaşlanan nüfus sorunu tartışmanın merkezine oturtularak bugünkü emeklilerin çalışanların primleri ile finanse edildiği geleneksel dağıtım modellerinin sürdürülemez olduğu, dolayısıyla bu sistemlerin yerine, bireysel tasarrufları artırıp uzun vadede büyümeyi de artıracak olan bireysel emeklilik sistemlerinin kabul edilmesi gerektiği belirtildi. Yani sosyal güvenlik sistemlerinin özelleştirilmesi önerildi. Oysa büyük bir literatür özelleştirmenin yansıtıldığının aksine birçok dezavantajının olduğunu göstermektedir.

Öncelikle, özel emeklilik siteminin çalışanlara daha yüksek emeklilik geliri sağlayacağı vaadinin kendisi önemli bir sorun. Çünkü esas olan gerçeğin çarpıtılması ve çok temel bir unsurun gizlenmesidir. Çünkü aslında özel emeklilik sistemlerinde kişinin emeklilik geliri tamamen o paranın nasıl işletildiğine bağlı. Yani birey finansal piyasadaki dalgalanmaların riskini üstlenmiş oluyor. Örneğin 2008 krizinde ABD’de milyonlarca insanın özel emeklilik hesaplarındaki birikimleri bir günde eridi, emeklilik hayalleri suya düştü. Kriz öncesi birikim düzeyine ulaşmak için çalışmaya devam etmek zorunda kaldılar. 

Şili’deki virüs tüm dünyaya Dünya Bankası eliyle yayıldı

Konu teknik mi yoksa ideolojik mi aslında anlamak çok kolay: 1981 yılında Pinochet diktatoryasında kamu emeklilik sistemi tamamen tasfiye edilip, özel emeklilik sistemine geçildi ama bakın kimler kamu emeklilik sisteminde kalmaya devam etti: Askerler ve polisler.

Yaptığı yemek güzelse bir aşçı neden kendi yemeğini yemek istemez ki? Tabii bu durum Şili ile sınırlı kalmadı. Başta DB olmak üzere daha ilk emeklilerini dahi vermeden yani sonuçlarına ilişkin hiçbir gerçekliğin olmadığı bu özelleştirme hareketi bir mucize olarak lanse edilmiştir. Bu yaşlanan nüfus argümanı ve işte ona bağlı bir sürü “teknik” argümanlarla büyük bir yanılsama yaratıldı, Şili’deki virüs tüm dünyaya yayıldı DB eliyle. İşin trajikomik yanı, DB kendi yayınladığı raporlardan daha sonra çark edip, Şili’deki dönüşümün vadettiği hiçbir şeyi gerçekleştiremediğini, aksine gelir dağılımını bozduğunu ve yoksulluğu artırdığını itiraf etti. Ancak işte virüs yayılmaya devam ediyordu. Bence işte bizdeki tartışmaların özünde de bu var aslında. Yani mesele sosyal güvenlik sisteminin ne olduğunu insanlara unutturup sanal bir teknik tartışma çerçevesinde asıl sorunu gözlerden kaçırmak. Kendi yarattıkları krizi fırsata çevirip sistemin özelleştirilmesi yolunda alan yaratmaktır. 

Daha çok yoksulluk ve daha bozuk gelir dağılımı

Dolayısıyla, tamamlayıcı emeklilik sistemi, sermayenin kendine daha çok alan açması için dünyada 1970’lerin sonunda başlayıp süregelen saldırısının Türkiye’deki tezahürüdür. Bu çalışanların haklarının gaspına yol açar. Böyle bir sistem kamu emeklilik sisteminin bireysel tasarruflara dayanan ayağının daha da güçlenmesine, yani daha çok yoksulluğa ve daha bozuk gelir dağılımına yol açacaktır.

Sosyal güvenlik sisteminin özelleştirilmesi finansallaşmanın en temel unsurlarından biridir. Bir başka ifadeyle, yağmacı devletin, özel sektöre daha çok kâr yaratmak için kamusal sorumluluklarını tasfiye etmesidir. Özelleştirme finansal piyasadaki para miktarını artırarak daha yüksek komisyon ve kâr oranlarına, finansal varlıkların değerinin yükselmesine neden olacaktır. İkinci olarak işverenlerin vergi yükü hafiflemiş olacaktır. Bir yandan sermayeye bu fırsat yaratılırken, diğer yandan yüksek gelirli gruplara geliri yeniden dağıtma unsurunun olmadığı, tamamen bireysel prim tutarına bağlı ek bir gelir yaratarak gelir dağılımı daha da bozulmuş olacaktır. Ayrıca, kadınların hamilelik ve çocuk bakımı dolayısıyla emek piyasasında daha kısa yer almaları ve erkeklere nazaran daha uzun yaşam beklentisi dolayısıyla da kadın erkek arasındaki emeklilik geliri uçurumunu da artıracaktır.

Ünlü iktisatçı Paul Krugman da itiraz etmişti

Türkiye’deki bu tartışmaların belki daha acı olan tarafı şu ki sanki hiç Şili örneği ve Dünya Bankası’nın tutum değişikliği yaşanmamış gibi, sanki tüm bu mesele tamamen bir teknik sorunmuş gibi bizim sermaye yanlısı ekonomistlerimiz tarafından kandırılmamız. Yani insan düşününce gerçekten üzülüyor çünkü ABD’de Nobel ödüllü ünlü iktisatçı Paul Krugman da dahil olmak üzere bu özelleştirme baskısına karşı ciddi itirazlar olmuştu, sistemin asıl sorununun yaşlanan nüfus değil gelecek nesillerin üretebilme ve tüketebilme kapasitesi olduğu belirtilmişti. Ama işte bizde “aktif/pasif” oranını biliyor olmak bazılarına yetiyor ve tamamen manipülatif bir tartışma ile sorunun özünü gözlerden uzak tutmayı başarıyorlar. 

Batı’da sosyal güvenlik sistemin doğuşu ve gelişimi Sovyet rejiminin yarattığı “tehlike”ye karşı bir önlem bir cevaptır. Ve elbette Sovyetlerin çökmesi ile sermayenin işçi haklarına olan saldırısı artmıştır. Dolayısıyla, sistemin “tamamlayıcı” ya da “bireysel” ya da “özel” adı ne olursa özelleştirilmesi bu süregiden saldırı/mücadeleyle ilgilidir. Dolayısıyla, teknik terimlerin arkasına saklanmak aslında bilerek ya da bilmeyerek sermayenin yanında işçi sınıfının karşısında yer almaktır. Bazı iktisatçıların bunu bilinçli yaptığı elbette aşikar, ama sosyal medyada gençlerin kendi sınıfsal gerçekliğinin farkında olmadan ileride kendisinin çocuklarını refahını daha da azaltacak uygulamaları savunmalarını görmek gerekten çok acı.

Yani aslında Ponzi sistemi olan kamu sistemi değil, aksine ortada bir dolandırıcı “Charles Ponzi” varsa çalışanların emeklilik gelirine göz dikenlerdir.

Abone Ol :)
Bildir
guest
0 Yorum
Eski
Yeni Oy
Inline Feedbacks
Tüm yorumlar
Search