Türkiye’de enflasyon ve hayat pahalılığı halkın cebini yakmaya devam ediyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), yılın ilk enflasyon verilerini açıkladı. TÜİK’e göre şubat ayı enflasyonu %4,53, yıllık enflasyon ise %67,07 olarak açıklandı. Her ay, kendi hesapladığı enflasyon oranıyla kamuoyunun karşısına çıkan Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) ise aynı verileri %4,32 ve %121,98 olarak hesapladı.
2023’te dolar karşısında yüzde 30’dan fazla eriyen TL’nin son 5 yıldaki değer kaybı ise yüzde 80’den fazla. Dolar/TL kuru serbest piyasada 32,50 civarına yükselirken tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaştı. Euro/TL kuru ise 35’i zorluyor. Türk-İş verilerine göre dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı aralık ayında 47 bin lirayı aştı. TÜİK’in Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) şubat verilerine göre gıda aylık fiyat artışı %8,25 yani gıdaya sadece 1 ayda %8 daha pahalı ulaşıyoruz.
Artık art arda gelen zamlar, artan kira ve konut fiyatları, market raflarında sürekli değişen etiketler, TL’nin her geçen gün değer kaybedişi, geleceği öngörememek ve planlama yapamamak büyük psikolojik sorunlara sebep oluyor. Bütün bu sıkıntıların yanında çok parası olanla hiç parası olmayan sayısı gittikçe artıyor. Zengin ve fakir arasındaki makas gittikçe açılıyor. Ülkenin yarısından fazlasının asgari ücrete mahkum olması bir yana, geri kalan kesim de küçük bir azınlık dışında yoksulluk sınırının altında ya da biraz üstünde yaşamaya çalışıyor.
Sokaktaki vatandaş, ekonomide arka arkaya uygulanan yanlış politikalar ve katma değeri yüksek üretimin yapılamaması sonucu ortaya çıkan yüksek enflasyon, istikrarsızlık, alım gücünün düşüşü, orta gelir tuzağı ve içine düşülen belirsizlik ortamı ile uzun süredir mücadele etmeye çalışıyor. Ekonomik sıkıntı o kadar büyük ki, insanlar bırakın yaz tatilini planlamayı ya da dışarıda sosyalleşmek adına çıkıp yemek yemeyi, artık en temel gereksinimlerini bile karşılamakta zorlanıyor. Tarım arazileri bir bir betona dönüştürülüp sebze-meyve üretimi kısıtlanıyor. Çiftçi masraflarını karşılayamıyor. Hayat pahalılığı ve geçim zorluğundan bu ülkenin vatandaşları sabaha karşı soğukta Et ve Süt Kurumu önünde ucuz et kuyruklarında saatlerce bekliyor.
Büyükşehirlerde, özellikle beyaz yakalılar ciddi bir barınma krizi ile karşı karşıya kalıyor. Sabit gelirli memur ve işçiler eriyen maaşlarıyla ay sonunu zor getiriyor. Farklı ülkelerdeki yaşıtları dünya turu yaparken bizim emeklimiz günü kurtarmaya çalışıyor. En düşük emekli maaşıyla alınabilecek çeyrek altın sayısı her yıl biraz daha azalıyor. Son yıllarda Türkiye’de uygulanan ekonomi politikaları ve emeklilerin satın alma gücündeki düşüş, Türk emeklilerinin de yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor.
Natixis Investment adlı ABD’li şirketin yaptığı araştırmada, Türkiye’deki emeklilerin diğer ülkelerdekilere göre gelir ve yaşam kalitesi açısından büyük ölçüde geride kaldığı sonucuna ulaşılmıştır. Türk emeklileri, en düşük emekli maaşı olan 10 bin lira ile yoksulluk sınırının çok altında kalıyor ve bu miktar, Türkiye’deki emeklilerin sadece “yaşamalarını” bile olanaksız kılıyor. Küresel Emeklilik Endeksi’nde Türkiye, yaşam kalitesi açısından 44 ülke arasında %36 ile son sıralarda yer alırken, Türkiye’nin gerisindeki tek ülkenin %10 ile Hindistan olduğu görülüyor.
Endekste, Türkiye’nin yanı sıra Brezilya, Meksika ve Kolombiya gibi ülkelerin de emekliler açısından yaşanması zor ülkeler olduğu belirtiliyor. Norveç, İsviçre ve İrlanda gibi ülkelerin emeklilerinin yaşam kalitesi %80’in üzerinde ölçülürken, Türk emeklilerinin yaşam kalitesi sadece yüzde 25 olarak belirlenmiştir.
Avrupa vatandaşları ile aynı şartlarda ve benzer psikolojik ortamda mı yaşıyoruz? Orada insanlar mutlu, gelecek kaygıları yok. Müzelerde, sanat galerilerinde, restaurantlarda, kafelerde genci yaşlısı, çocuklusu çocuksuzu herkes huzurlu. Anlamlı bir hayat yaşadıklarının farkındalar. Çünkü onlar, ülkeyi yönetenlerin şeffaf, hesap verebilir, denetlenebilir ve etik olduklarını düşünüyorlar. Aksi durumda tepki vereceklerini, vatandaşlık bilincine ve sorumluluğuna sahip olduklarını ve gerekirse sorumluları değiştirebileceklerinin güvencesine sahipler.
Kimse bir futbol takımının ateşli taraftarı gibi bir kişiye ya da bir gruba fanatik duygular beslemiyor. İnsanlar rasyonel bir yaklaşımla gerçekçi davranarak kendisinin ve ülkesinin çıkarlarına en uygun adayı seçip hayatına devam ediyor. Daha kaliteli, daha iyi şartlarda, insanca yaşamak hepimizin hakkı. Satın alma gücümüz düşüyorsa, çocuğumuzu bir ton ücret ödeyerek özel okula göndermek zorunda kalıyorsak, özel sağlık harcamalarımızı bile kendimiz karşılamak durumunda bırakılıyorsak niye vergi veriyoruz? Bilime, mantığa dayalı uluslararası standartlarda eğitim alabilmek bu ülkenin çocuklarının hakkı değil mi? Müfredat neden gelişmiş dünyanın aksine tutucu ve gerici bir zihniyetin elinde her geçen gün biraz daha örselenerek önümüze konuyor? Yıllarca eğitim aldık, okuduk, okuyoruz. Neden bazı kişiler sırf “ayrıcalıklı” çevreleri olduğu için belli görevlere gelirken diğer sıradan insanlar yok sayılıyor?
Ama bizlerin her gün duyduğu Karadeniz’de çıkan 1 trilyon dolarlık doğalgaz, Gabar’da bulunan dışa bağımlılığımızı azaltacak petrol, savunma sanayimizdeki ilerlemeler, yerli ve milli otomobiller, 55 milyon dolara alınan biletle uzaya gönderdiğimiz ilk uzay yolcumuz, lüks uçaklar, itibardan tasarruf edilmeyecek harcamalar…
Peki madem o kadar iyiyiz, büyüme verilerine bakacak olursak ülkece büyüyoruz, o zaman halkın cebindeki para neden büyümüyor ve neden bu kadar zorlanıyor? Ortalama 70-80 yıllık insan ömründe bu kadar dibe vurmuş bir dönemde yaşamayı hiçbirimiz haketmiyoruz.
Kabataş Erkek Lisesi'nde lise eğitimi alarak, İstanbul Üniversitesi Biyoloji Bölümü'nde lisans eğitimini tamamlamıştır. İstanbul Üniversitesi MBA ve Marmara Üniversitesi Global Pazarlama alanında yüksek lisansı bulunmaktadır. İlaç, telekomünikasyon, insan kaynakları sektörlerinde çeşitli firmalarda satış ve pazarlama alanlarında farklı roller üstlenmiş olup, halihazırda İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İşletme Bölümü'nde doktora yapmaktadır.